Sadâkat (Doğruluk)

    Allah, yer ve gökleri hak ölçüleri ile yaratmış, insanlardan hayatlarını hak ile ikâme etmelerini talep etmiştir. Böylece insanların her sözü hak, her yaptıkları da hak olsun. İnsanlığın dehşet ve barbarlığı, bu esastan ayrılmalarından, nefis ve fikirlerinde yalan ve hurafelere yönelmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu hususlar onları doğru yoldan ayırmış, sarılmaları gereken hakikatlerden de koparmıştır. Doğruluğa her yerde her mesele ve hükümde sarılmak müslümanın ahlâkının en güçlü direğidir. O, gidişatına renk veren boyadır. Islâmî cemiyetin temeli; şüphelerle harp, iftiraları izâle ve zanları yok etme üzerine kurulur. Islâmî cemiyyette, yüce hakikatler çeşitli münasebetlerde görülür ve itimat bulur. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş:
    "Zandan sakının çünkü o konuşmada en büyük yalandır." (70)
    "Sana kuşku vereni bırak, kuşku vermeyene sarıl, doğruluk kalb huzuru, yalan ise şüphedir."(71) Kuran kişinin gelecek ve hazır olan vakitleri ifsad eden, akıllarını hurafelerle dolduran şüphelerin peşine düşen insanları yerer. "(Onlar) ancak zanna ve nefislerinin sevdalarına tabi oluyorlar. Halbuki kendilerine Rableri katından doğru yolu gösteren Resul geldi."(72) "Onların buna dair bilgileri yoktur, ancak zanna tabi oluyorlar zan ise hak olan ilmin yerini tutmaz." (73)
    İslâm, Hakk'a çok kıymet verdiği için yalancıları tardetmiş ve onları nefretle karşılamıştır. Aişe (r.anha) anlatıyor. "Resulullah'ın (s.a.v.) indinde yalandan daha kötü bir huy yoktu... Birinde yalanın peyda olduğunun farkına varırsa, tevbe etmeden onun nefreti Resulullah'ın kalbinden çıkmazdı." (74) Bir başka rivayet de şöyledir: "Resulullah'ın nazarında yalandan daha kötü bir ahlâk yoktu. Birisi onun yanında bir defa yalan söylediyse, tevbe etmedikçe Resulullah'ın zihninden kaybolmazdı."(75)
    Buna şaşırmamak gerek, çünkü selef-i sâlihin iyilikleri konuşur ve onlarla bilinirlerdi. Onlardan biri davranışlarını bozmuş olsaydı uyuz birinin sağlam kişiler arasında tanındığı gibi hemen bilinirdi. Bu şahıs fiilleriyle hemen tanınır istikametini düzeltmedikçe ona sohbet ve toplantılarında yer vermezlerdi. Islâmî bir cemiyette en belirgin özellikler, doğru konuşmak, emanetleri eda etme hassasiyeti ve konuşmalara hâkim olabilmektir. Yalan, aldatma, iftira, cayma gibi huylar nifak ve dinden çıkma alâmetleridir. Veyahut bu hususlar yalancı, dolancı ve iftiracılar metoduyla dindarlık taslamaktır... Yalan, sahibinin iç bünyesinde neş'et eden bir pisliktir. O, kötülük îmal eden bir gidişin neticesidir. Bu gidişat, zorlayıcı bir zaruret ve kahredici bir durum olmadan kendini gösterebilmektedir. Öte yandan, bedene musallat hastalıklar gibi kişiyi kirleten diğer bazı kötülükler vardır, insan, bu hastalıklardan ancak çok korkanların tedbir aldığı veya üzerinde çok titizlikle eğildiği hususlar gibi uzun bir müddet tedavi görmek suretiyle kurtulabilir. Bazı insanlar cihada titreyerek giderler. B azılan da mallarının zekatını verirken elleri titrer durur. Korkaklık ve cimrilikte bu kadar tesir gören ahlâk, ölüme koşan ve malını hesapsız verenin ahlâkı değildir.
    Harp meydanında hırs ve korku vesveselerini hissedenler için bazı özürler olabilir, fakat yalancılığı bir sanat edip insanları onunla aldatanlara hiçbir özür yoktur. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur. "Mü'min her huya bürünebilir, hıyanet ve yalancılığa asla.. "(76)
    "Resulullah'tan şu soruldu: - Bir mü'min korkak olabilir mi? "Evet" - Bir mümin cimri olabilir mi? -"Evet," - Bir mü'min yalancı olabilir mi? "Hayır."(77)
    Bu cevaplar (îzah ettiğimiz gibi) bazı insanlara şiddet anında muhkem farz ve kesin vergiler karşısında musallat olan beşeri za'fiyata işaret etmektedir. Bu cevaplar devamlı cimrilik veya korkaklığa işaret etmemektedirler. Bu nasıl mümkün olabilir? Çünkü zekatı men, cihadı da terketmek insanı küfre kadar götürebilecek nankörlüktür. Bir yalancının söylediği yalanın zararı nisbetinde günahın cezası da büyür. Binlerce insana yalan ve bâtıl bir haberi yayan bir gazetecinin, büyük mes'eleleri halka ters göstermeye çalışan politik bir liderin ve değerli erkek ve kadınlara iftira atmayı meslek edinen maksatlı kişilerin uyduracakları yalanlar, başkalarının uyduracağı yalandan daha büyük cinayet ve cürüm sayılırlar. Bunların akibeti de diğerlerinden daha vahimdir.
    Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor. "Dün akşam iki adamın bana gelerek şöyle dediklerini gördüm... Avurdu yırtılan adam bir yalancıydı. O, öyle yalan söylerdi ki ufuklara çıkıncaya dek yalanları yayılırdı. Bu hali kıyamete kadar devam eder..."(78)
    İşte bunlar gibisi halka yalanlar uydurup onları aldatırlar kürsü yalancıları çok şa'şaalı ve meşhur olurlar. Hadis-i şerifte şöyle denilmiştir: "Üç sınıf insan cennete girmez:
        1. Zinâkâr yaşlı,
        2. Yalancı lider,
        3. Kibirli fakir." (79)
Allah'ın dininde yalan söylemek en çirkin münkerlerdendir. Bunların başında Allah ve Resulünün söylemediği birşeyi söylemek gelir. Bu çeşit iftiralar gerçekten büyük edepsizlik ve neticeleri çok vahim hususlardır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
    'Bana karşı uydurulup söylenen yalan başkası adına söylenen yalan gibi değildir. Kim bilerek bana yalan uydurursa ateşte yerine ha zırlansın."'(80)
    Bu sahaya câhillerin uydurup, İslâm'la alakası bulunmayan tüm asılsız bid'atleride girer. Çünkü onlan avara tabakası dinden sayar. Fakat o, aslında din değildir. Ancak oyuncak ve eğlencedir. Resulullah (s.a.v.) ümmetini bu kötü bid'atların kaynaklarından ve doğuracakları kötü sonuçlardan korumuştur. Müslümanların Kur'an'a ve selef yoluna sarılmalarını tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: "Ahir zamanda ne sizin ne de babalarınızın duymadıkları yalanları uyduracak yalancı deccaller türeyecektir. Onlardan sakınınız sizi dalalet ve fitneye sürüklemesinler." (81)
    İslâm, doğruluk faziletinin çocukların da ruhlarına işlenmesini tavsiye eder. Çünkü bunlarla çocuklar doğruluk ruhuyla yaşarlar ve tüm sözlerinde doğruluğa alışırlar. Abdullah b. Âmir anlatıyor. "Resulullah (s.a.v.) bir gün evimizde duruyorken annem beni çağırıp "Gel sana bir şeyler vereyim" dedi. Resulullah: O'na neyi vermek istedin? O'na hurma vermek istedim. Resulullah: "Eğer sen ona bir şey vermeseydin bu sana bir yalanın yazılmasına sebep olurdu"(82). Ebu Hureyre şu hadisi rivayet eder: "Kim bir çocuğa 'Gel sana şunu vereyim' deyip vermezse bu sözü kendisi aleyhine bir yalan sayılır."(83) Resulullah (s.a.v.)'ın anne ve babaları nasıl doğruluğa alıştırmaları gerektiğini ve yalandan nasıl uzak durmalarını icab ettiğini öğrettiğine iyice dikkat et, Resulullah (s.a.v.) bu hususu basit görüp bu konuya göz yumsaydı çocuklar, büyüdüklerinde yalana küçük bir günah nazarıyla bakabilirlerdi. Halbuki böyle bir yalan Allah'ın indinde büyük sayılır. İslâm'daki hakkı arama ve doğruluğa riayet etme gerçeği evdeki küçük sayılan meselelere de şâmildir. Şöyle ki: "Yezid kızı Esma Resulullah (s.a.v.)'tan şunu sorar:
    - Ey Allah'ın Resulü! Birimizin iştahını çektiği birşeye iştahım çekmiyor demesi yalan sayılır mı?
    "Evet. Allah indinde her yalan kişinin aleyhine yazılır. Hatta ufak bir yalancık kabul edilen kelimeler bile "yalancık" olarak kaydedilir" (84) dedi. İslâm, yalanın kötülüğünü ve doğuracağı kötü neticeleri tek tek saymış öyleki birine haktan ayrılma ve hakkı küçük görme imkanı bırakmamıştır. Kişi bazen yalan olmaz düşüncesiyle mizahlardaki yalanlan basit görür. İslâm, kalpleri rahatlatmak maksadıyla mizaha müsaade etmişse de bunun yalan olmasına müsaade etmemiştir. Ancak doğruluk ölçüleri içerisinde buna müsaade edilmiştir. Çünkü kişiyi haramdan koruyacak kadar, onu bâtıldan da koruyacak hususlar vardır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
    "İnsanları güldürme gayesiyle yalan konuşana yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun."(85) "Mizah niyetiyle de olsa, yalanı terkedene cennet ortasında bir ev verileceğine kefilim"(80). "Kişi mizah ve tartışmalarda haklı da olsa yalanı terketmedikçe tam iman etmiş olmaz."(81)
    Gerçek şudur ki:.İnsanlar zevklerine uyarak gülmede haddi aşarlar, dost-düşman demeden insanların diliyle yalan söylemekten bir ar duymazlar. Bunları meşhur olmak veya alay etmek gayesiyle yaparlar. Halbuki İslâm kesin olarak bu üslubu da yasaklamıştır. Şu bir gerçektir ki, bu tip şakalaşmalara yalan karıştı mı mutlaka çoğu kez düşmanlık ve üzücü hadiseler meydana gelir.
    İnsanları methetmek yalana bir basamaktır. Onun için bir müslüman başkasını övdüğünde çok dikkat etmeli ve onda olmayanları söylememelidir. İyilikleri söylemede ve kusurları gizlemede mübalağa etmemeli, ancak hayır olarak bildiklerini söylemelidir. Methedilen, övülmeye layık ise de onda mübalağa etmek haram olan yalan çeşitlerindendir. Resulullah (s.a.v.) kendilerini methedenlere şöyle buyurmuştur: "Hristiyanların Meryem oğlu İsa'yı övdükleri gibi beni övmeyiniz. Ben bir kulum. Bana Allah'ın kulu ve Resulü" deyiniz.(88) Bazı insanlar büyüklerle(!) temellük gayesiyle boş ve kuru laflarla methiyeler söylerler. Uzun uzun şiirler, nesir yazılar ve hutbeler irad ederler, boş ve ölçüsüz övgüde bulunurlar, bilmedikleri şeyleri bile nağmelerler. Hatta bazen zalim ve gaddar yöneticileri adaletle överler. Korkak ve pısırık insanları cesaret ve kahramanlıkla vasıflandırırlar. Tüm bunları değersiz bir dünya menfaati karşısında yaparlar. Bunların hepsi yalancıların amigosudurlar. Resulullah (s.a.v.) yalanlarından yenik bir şekilde dönünceye dek onlarla mücadele etmeyi emretmiştir.
    Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Resulullah, (s.a.v.) bizlere meddahların yüzlerine toprak savurmamızı emir buyurdu."(89)
    Hadis şerhleri buradaki meddahlardan maksadın, onlardan yemek gayesiyle insanları medhetmeyi kendilerine bir sanat edinenler olduğunu söylemişlerdir. Resul-i Ekrem (s.a.v.) kişiyi kibir ve gurura düşürmeyecek şekilde, söyleyeni de temellük ve mübalağadan koruyacak biçimde övgü ve meth hakkında bir müslümanın dikkat edeceği hususlan açıklamıştır. Müslüman bu hudutlar çerçevesinde faydalı olacak tarzda gerekenleri karşısındakine söyleyebilecektir. Ebu Bekir (r.a.) şöyle der: Adamın biri Resulullah'ın (s.a.v.) yanında diğer birini övdü. Resulullah bu durum karşısında şöyle buyurdu: "Yazıklar olsun sana sen arkadaşının boynunu vurdun. (Bunu üç defa tekrarlamıştır). Daha sonra da şöyle devam etmiş. "Kim müslüman kardeşi hakkında bir şeyler bilirse mutlaka onu methedecekse şöyle desin." Allah daha iyi bilir. Çünkü Allah namına hiç kimse temize çıkarılamaz. Veya "Ben falanı şöyle şöyle tahmin ediyorum" desm."(90)
    Tacir, bazen eşyasının değer ve reklamı için yalan söyler. Genellikle aramızdaki ticaret aşırı kazanç üzerinden yapılmaktadır. Satıcı yüksek fiyatla alıcıyı da aldatmak ister. Neticede pazar çarşı ticaretine bencillik hâkim olur. İşte İslâm, bu ve içine yalan veya tartışma karışan tüm kötü mübadeleleri yasaklamıştır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Alıcı ve satıcı ayrılmazdan önce pazarlığı devam ettirip ettirmeme hususunda serbesttirler. Alıcı ve satıcı doğru konuşup her şeyi açık söylerlerse alışverişlerinde bereket hasıl olur. Yok eğer onlar yalan konuşup bazı şeyleri ketmederlerse, belki muvakkat bir zaman için kâr edebilirler. Fakat sonunda alış-verişlerinin bereketi gider." Başka bir rivayet de şöyledir: "Bereket ve kârları mahvolur." "Yalan yemin, malı satmak için yardımcı olabilir. Fakat tüm kazancı mahveder."(91)
    Bazı tüketiciler mal hususunda bilgileri olmadığı için üreticilerin mallarını ellerinden ucuz almaya hücum ederler. Zavallılar, tüketicilerin söylediklerini de hemen tasdik ederler. Bir tacir için kötü malını fahiş fiyatla satmaması ve ayıbını gizlememesi imkan gereğidir. Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurur: "Bildiği bir malın kusuru nu gizleyip söylememek helal değildir."(92)
    "Müslüman kardeşin sana güvenip doğru konuştuğu halde, ona yalan konuşman ne büyük hıyanettir. "(93)
    İbn-i Ebi Evfa'dan: "Birinin, malını başkasına satmak için "Vallahi hiçbir mala verilmeyen fiyat benim malıma verildi" şeklinde yemin etmesi üzerine şu âyet nazil oldu: "Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini birkaç paraya satan kimseler (var ya) işte onların ahirette hiçbir nasibi yoktur. Allah onlara kelâmıyla hitap etmeyecek ve kıyamet günü onlara merhamet nazarıyla bakmayacak. Onlar için çok acıklı bir azap vardır."(94)
    Şahitlik hususunda yalan yeminde bulunmak, yalanların en çirkinidir. Müslüman, en sevdiği ve en yakın insan aleyhinde olsa dâhi, hakkı söylemekten çekinmez. Akrabalık veya taraftarlık korku veya rağbet onu haktan ayırmaz.
    Her türlü seçimler için oy kullanmak veya propaganda yapmak bir nevi şehadette bulunmaktır. Kim yalancı ve haini seçerse o da yalancı ve hâindir. Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Ey mü'minler! Hak üzere durup adaleti yerine getirmeye çalışan hakimler ve Allah için doğruyu söyleyen şahitler olun. Velevki şahitliğiniz nefsinizin yahut ana ve babanızla, yakın akrabanızın aleyhinde olsun. İster üzerine şahitlik yapılan kimseler zengin veya fakir bulunsun. Çünkü Allah ikisine de zengin ve fakire sizden daha yakındır. Onun için siz haktan yüz çevirip nefis arzusuna uymayın. Eğer adalet üzerine hüküm vermekten, şahitlik ederken doğru söylemekten dilinizi bükerseniz veya yüz çevirirseniz şüphe yok ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır". (En- Nisa: 135) Ebu Bekr (r.a.) Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Dikkat edin, size büyük günahların en büyüklerinden haber vereyim mi? (Bunu üç defa tekrarladı). Ashab: Evet, dediler. Resulullah: "Bu günahlar Allah'a ortak koşmak, anne babaya isyan etmek, insan öldürmektir" buyurdu. Resulullah bunları söylerken yanı üzerine yaslanıyordu, doğrulup şunları ilave etti: "Dikkat edin yalan söylemek, yalan yere şahitlikte bulunmak da bunlardandır". Bunları o kadar tekrarladı ki "Keşke sükût etse diye temennide bulunduk.''(95) Yalan, karanlık bulutlardır. İnsan bazen yalanla hakkı ketmetmekle yetinmez. Bilakis bâtılı da ikâme etmek ister yalanın fert ve cemiyetler üzerinde zararları çok şiddetli ve yokedicidir. Onun için Resulullah bu husustan da ümmetini sakındırmıştır. Meslek ve sanat erbabı için iki tarafın da ona göre hareket edeceği antlaşma, değişmez vesikalar gerek. Bazı müslümanların arasında vuku bulan caymalar, sınır ve sözleşmeleri ihlal etmek gerçekten üzücüdür.
    Halbuki İslâm sözde durmamayı nifak alameti olarak kabul etmiştir. Resulullah (s.a.v.) konuşmalarına da değer verirdi. Bu peygamberlikten önce de onun en büyük özelliklerindendi. Abdullah b. Ebi el - Hemse anlatıyor: "Resulullah (s.a.v.) ile Peygamberlikten önce bir alışveriş yapmıştım. Onun benden alacağı bir beşi kalmıştı. O'na alacağını bulunduğumuz yere getireceğime söz vermiştim. Her nasıl olduysa söz verdiğimi unuttum. Üç gün aradan sonra tekrar hatırladım. O, beni görünce şöyle dedi: "Ey genç beni usandırdın üç günden beri seni burada bekliyorum."(96)
    Resulullah (s.a.v.) devamlı olarak söz verdiği yerde hazır bulunurdu. Resulullah bir defasında Câbir b. Abdullah'a Bahreyn ganimetlerinden birazını vereceğini va'detmişti. Bahreyn fethinden önce vefat ettiği için ona birşey veremedi. Ebu Bekr (r.a.) devrinde Bahreyn'den mal gelince Hz. Ebu Bekr şöyle bir îlan verdi: "Resulullah'ın kime verdiği söz veya borcu varsa bize müracatta bulunsun". Verilen sözün nasıl değer kazandığım ve yerine geirilmesinin ne kadar büyük olduğuna bak. Yalan vaadlerin hepsi bazen boşa gitmeyebilir. Fakat maslahatları bozar. İnsanlara zarar verip vakitlerini heder eder. Doğru sözlü olmak basit bir mes'ele değildir. Allah (c.c.) doğru sözlü olmayı peygamberlerin bir vasfı olarak zikreder. Bu husus Kur'an'da şöyle geçer: "Kur'an'da İsmail'i de an çünkü o va'dine sadıktı ve kavmine gönderilmiş bir peygamberdi. Ümmetine de namazı kılmayı ve zekat vermeyi emrederdi. Ve Rabbı katında rızaya kavuşmuştu."(97) Bu minval üzere adı geçen sıfatların zikredilmesi sana doğru sözlü olmanın ehemmiyetini gösterir. İsmail (a.s.) babasına ayette geçen sözü söylemekle insanların en doğru sözlüsü olduğunu ispatladı. "Babası ona: 'Yavrum ben rüyamda görüyorum ki seni boğazlıyorum. Artık bak ne düşünüyorsun "(98) deyince; "Babacığım sana ne emredildiyse yap inşaallah beni sabredenlerden bulursun "(99) dedi.
    İnsan, bazen yaptığı bir hatadan yalan söylemek suretiyle kurtulmak ister. Ve bunun doğuracağı neticelerden bu şekil ile sıyrılmak ister. Bu ise cehalet ve acizliğin ta kendisidir. Bu durum, kötülüğe daha büyük bir kötülük ile karşılık vermektir. İnsana lâzım olan kusurunu kabullenmesidir. Umulur ki doğruluğu ve bu durum karşısındaki ızdırabı olan hatasını örtsün. Nefse dokunacak (hakkı söylediği için) bir korku karşısında müslümana yakışan, yalandan uzak durması ve cesaretle kıyam etmesidir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Tehlikeli de olsa doğruluğa sarılınız. Muhakkak ki kurtuluş doğruluktadır. "(100) "İnsan yalan konuştuğu zaman çıkaracağı kötü kokudan dolayı melek ondan bir mil uzaklaşır"(101) sözlerinde doğruluğa riayet eden birinin bu ameli onu hareketinde salah ve ahvalinde iyiliğe sevkeder. Kişinin hakka sarılması neticesinde kalp ve fikrinden nur fışkırır. Allah şöyle buyurur: "Ey îman edenler! Allah'tan korkun. Doğruyu söyleyin ki sizin amellerinizi bu sayede düzeltsin. Günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa nâil olur."(102) Doğru bir amel yakından neş'et ettiği için kendisinde hiç şüphe olmaz. Bu amel İhlasın eşiğidir. Haktan fışkırdığı için de onda hiçbir eğrilik yoktur.
    Milletlerin kurtuluşu, fertlerin doğru amellerde bulunmasıyla mümkündür. Fertlerin doğru amelleri çoksa, ilerlemeleri de o nisbette çok olur. Aksi takdirde yolun ortasında kalırlar. Yalan, soytarılık, şiddet, boş va'adlerde bulunmak; insana hiç birşey kazandırmaz. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Doğruluğa sanlın. Doğruluk kişiyi iyiliğe sev keder. Kişi doğruluğa sarılmakla Allah'ın indinde "Sâdık olarak yazılır". Yalandan da sakınınız, yalan kişiyi hayasızlığa sev keder. Hayasızlık ise sahibini cehenneme götürür. Kişi yalan söylemeye devam etmekle Allah indinde "Yalancı" olarak yazılır. Yalanın sebep olduğu hayasızlık nefis ve îman için zaafın en son zirvesidir. Malik, İbn Mes'ud'dan şunu rivayet eder: "Kişi yalan söyleye söyleye kalbinde siyah bir leke hasıl olur. Bu leke zamanla tüm kalbini kaplar ve Allah indinde yalancılardan sayılıncaya kadar devam eder". Böyle birine Allah'ın şu vaadi gerçekleşir: 'Yalanı ancak Allah'ın ayetlerine uymayanlar uydurur. İşte bunlar asıl yalancı olanlardır."(103)
        Kişiyi iyiliğe sevkeden sadakat ise ancak azim sahibi insanların ulaşabildikleri hayır zirvesidir. Bunu anlatmak için şu ayet yeterlidir: "Namazda yüzlerini doğu ve batı tarafına çevirmeniz hayır ve taat değildir. Fakat hayır ve ibadet Allah'a, Ahiret'e, meleklere, Allah'ın indirdiği kitaplara ve peygamberlere îman edenin ibadetidir. (Hayır ise), sevgisi üzere yahut mala olan sevgisine rağmen, malı fakir akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere, köle ve esirlere harcayan, namazı gereği gibi kılan, zekatı veren kimsenin, ahiîeştikîeri zaman sözlerinde sâdık kalanların, ihtiyaç ve sıkıntı hallerinde cihad ve savaşlarda sabredenlerin hayrıdır. İşte bu vasıfları taşıyanlar hakka uyan sâdıklardır. Ve bunlar takva sahipleridir."(l04)

_____________________
(70) Buhâri, Vesayd,,8, Nikah, 45
(71) Tirmiri, Sıfatül-Kıyame
(72) Necm, 23
(73) Necm, 28
(74) Ahmed b. Hanbel,
(75) Ibn ffibban,
(76) Ahmed b. Hanbel, 5/252
(77) Malik, K. Kelam, 19
(78) Fethu'l-Bari, Ebu Davud. K. edep, 94
(79) Bezzar, Müslim, iman, 172
(80) Buhâri, Cenai, 2/34
(81) Müslim, Mukaddime, 6 (82) Ebû Dâvud, Edep, 88
(83) Ahmed b.Hanbel, Ebu Davud, a.y
(84) Müslim, Ahmed, 6/38
(85) Tirmizi, Zühd, 9
(86) Beyhakî, 10/241
(87) Ahmed b. Hanbel, 2/352,364
(88) Rezin, Buhari, Enbiya,44
(89) Tirmizi, Zühd, 55/2396
(90) Buhâri, Şehadet, 16
(91) Ahmed b. Hanbel, Müslim, Müsâkât
(92) Buhâri, Ebu Davud
(93) Buhâri, Ebu Davud, Edep, 79
(94) Al-i Imran, 77
(95) Buhâri.Şehadet, 10
(96) Ebu Dâvud, K. Edep, 90
(97)Meryem,54-55
(98) Saffat,103
(99) Saffat.103
(100) Ibn-İEbi Dünya
(101) Tirmizi, Birr, 46
(102) Ahzâb, 70-71
(103) Nahl, 105
(104) Bakara, 177

Prof. Muhammed Gazali