İhlâs

    Kişiyi (dünya ve âhireti için) çalışmaya, bu çalışmasında en iyi ve en doğruyu aramaya ve bu yoldaki zahmetlere katlanmaya râzı olmaya sebep olan birçok faktör vardır. Bunların bir kısmı bu çalışma esnasında görülecek kadar yakın, diğer bir kısmı da kişinin nefsinde derinleşip bilinmeyen unsurlardır. İnsanı çalışmaya bu unsurlar ittiği halde neredeyse tarafından bile bilinmezler.
    İnsanları çalışmaya sevkeden malum unsurlar, hayatı devam ettiren genel esaslardır. En basiti, önünde çalışan birinde gördüğün; kendini sevmesi, huzur talep etmesi, mala olan hırsı, kibirlenmeye olan meyli ve cemiyette tanınma arzusu gibi şeylerdir. İnsanlar arasında olup biten tüm meselelerin, konşulan tüm hadiselerin esas sebepleri, kişilerin kibirlenmeleri, büyüklük taslamaları, başkalarını beğenmemeleri ve diğerlerini kusurlara konu yapma hadiseleridir. Gerçekten de bu gibi olaylar cemiyette ne kadar çoktur.
    İslâm, kişinin hareketlerine karışan niyet, te'sir ve meyilleri titizlikle kontrol eder. İslâm'da bir amelin kıymeti, -herşeyden önce- onu yapmaya teşvik eden faktöre bağlıdır. Mesela: biri, insanların kalplerim celbetmek için büyük bağışlarda bulunabilir. Kendisine önceden iyilikte bulunanlara iyilikte bulunabilir. Bu şahsın verdiği bu iki bağış her ne kadar kendi iradesiyle olmuş ise de, İslâm'da sadakanın makbul olabilmesi için, niyetin nefsî şaibelerden âri bulundurulması ve sırf Allah rızası için olması şarttır. Kur'an bu hususta şöyle der: "Size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir hediye isteriz ne de bir teşekkür. "(159)
    "Malını hayra veren, gösteriş yapmayarak temizlenen... Onda (bu takva sahibinde) hiç kimsenin bir nimeti yoktur ki (yaptığı hayırlı amel) o nimete karşılık tutulmuş olsun. O ancak yüce Rabbının rızasını kazanmak için verir. Muhakkak o ileride (Allah'ın kendisine ihsan edeceği cennet nimetlerinden ötürü) razı olacaktır."(160)
    Resulullah (s.a.v.) kalbirı müştekim olup değersiz isteklerden arınması hususunda şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki ameller niyetlere göre hüküm alır. Kişiye ancak niyetinin karşılığı vardır. Kimin hicreti Allah ve Resul'ü için ise hicretinin sevabı da Allah ve Resulüne aittir... Kimin hicreti de elde etmek istediği dünya veya nikahlanmak istediği kadın için ise bunun hicret (sevabı) da bunlara âittir. (Buhari)
    Binlerce yolcu, Mekke ve Medine arasını çeşitli maksatlarla kateder. Fakat dine yardım ve o uğurda kendini feda etme niyeti yolcu ile muhaciri birbirinden ayırır. İsterse her ikisinin yolculuk şekli de aynı olsun, durum değişmez.
    Kim Mekke'den Medine'ye, dinini muhafaza ve orada bir devlet kurma niyetiyle giderse, işte o Muhacir olur. Fakat başka niyetlerle gidenin hicretle alakası yoktur. İyi niyet ile, yapılan amellerde, Allah rızasını kasdetmek, dünyalık âdetleri makbul ibâdetler mertebesine yükseltir.
    Kötü niyetler de mutlak ibâdetleri kişinin hiç istifade edemiyeceği isyanlara çevirir. Bu uğurda katlanacağı tüm eziyetler de boşa gidip, hüsran ve zararla neticelenir.
    Bir kimse, bağlık - bahçelik çok geniş bir alanda yüksek bir apartman diker içinde de sultanlar gibi oturur, yaptığı bu apartmanla da insanlara fayda sağlamayı niyet ederse kendisine bu apartmandan devamlı sevap gelir...
    Bu hususta Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
    "Her kim zulüm ve kimsenin hakkına tecavüz etmeksizin bir ev yapar, bir ağaç dikerse, onlardan fayda sağlandığı müddetçe kendisine sevap yazılır." (161)" Bir müslüman, bir ağaç diker veya birşey ekerse insan veya kuşlar da ondan istifade görürlerse kendisine sadaka yazılır. "(162)
    Hatta nefsin arzuladığı şeyler, iyi niyet ve güzel hedefler kastedilerek alınırsa, bunlar da ibâdetler hükmünü alır.
    Bir insan, din ve namusunu muhafaza niyetiyle hanımıyla cinsî münasebette bulursa, kendisine ecir yazılır. Hadis şöyledir: "Sizden biriniz cinsî münasebette bulunması da sadaka hükmündedir. "(163)
    Kişi; yediği, çoluk-çocuğu ve hanımına yedirdiğine iyi niyet eklerse bunlarla sevap kazanmış olur.
    Sa'd bin Ebi Vakkas (r.a.) Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Allah rızasını kasdederek infak ettiğin her şeyde sana ecir vardır. Hatta hanımının ağzına verdiğin lokma da bile. ..(164) "Kendi yediğin, çocuğuna, hanımına ve hizmetçine yedirdiğin senin için sadakadır." (165)
    Kişi, yüzünü Allah'a çevirip, ihlasla işlere yöneldiği müddetçe, oturması, kalkması, uyuması kendisi için makbul ibadet sayılır. Bazen insan mâlî veya bedenî yetersizlikten dolayı arzuladığı hayrı yerine getirmekten âciz kalır. İnsanın nefsindeki herşeye muttali olan Allah (c.c.) onun bu acz ve çırpınmasını, bu ameli yapanların mertebesinde kabul eder. Cihada katılmayı can-ı gönülden arzulayıp bu konuda muvaffak olamıyorsa Allah (c.c.) ona mücahidlerin eriştiği rütbeyi verir.
    Çünkü bunların bu samimi niyetleri, onların imkân bulamamalarının yerine geçip daha da makbul sayılmaktadır. Üsre savaşında Resulullah (s.a.v.)'in onları teçhiz ederek askerî imkânı olmadığı için onları orduya almadı. Onlarda gözyaşları dökerek geri dönmek mecburiyetinde kaldılar. Bunun üzerine şu âyeti kerîme nazil oldu "Bir de o kimselere günah yoktur ki, kendilerini bindirip savaşa sevk edesin diye sana geldikleri zaman kendilerine" Sizi bindirecek bir hayvan bulamıyorum" demiştin. Bu uğurda sarf edecekleri şeyi bulamadıklarından dolayı kendilerinden gözleri yaş döke döke döndüler."(166)
    Görüyorsun! Bu derin istek ve yüce akideyi yerinden oynatmak veya yok etmek mümkün müdür? Hayır...
    Resulullah (s.a.v.) bunların îman ve ihlâsını savaşa katılan askerlere şöyle metheder: "Ashabımdan bir grup bizimle savaşa katılamayıp Medine'de kaldı. Onlar geçtiğimiz her vâdi ve yolda (manen) bizimleydiler. Çünkü özürden dolayı bunlar gelememişlerdi."(167) Evet, imkânsızlıklar onları oturttuğu için temiz niyetleri onlara mücahidlerin elde ettiği sevabı kazandırmıştır. Madem ki iyi niyet, sahibine böyle büyük sevaplar kazandırmaktadır, öyle ise kötü niyetler de sahibinin iyi amellerini, onu, "Veyle" müstahak edecek masiyyetler şekline dönüştürür (Veyl cehennemde bir vadi ismidir).
    "İşte bu vasıflarla beraber (namaz) kılan (münafık)ların vay haline ki onlar namazlarında gafildirler onlar riyakarların tâ kendileridir."(168)
    İhlassız ve riya ile kılınan namaz, hayırsız, ruhsuz bir ibadet olup sahibi için bir cürümdür. Zekat da böyledir. O, Allah rızası için ve isteyerek verilmediği takdirde makbul olmayıp, bâtıl bir amel sayılır. "Ey îman edenler! Sadakalarını, malını insanların gösterişi için harcayan, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan bir kimse için başa kakmak ve incitmek suretiyle heder etmeyin. Çünkü Onun hali, üzerinde bir toprak bulunup da kendine şiddetli bir yağmur isabet eden, bu suretle kendisini kaskatı bir taş haline bırakmış olan kaypak bir kayanın hali gibidir. Onlar (dünyada) istedikleri hiçbir şeyden (sevap) kazanmaya muktedir olamazlar."(169)
    Üstü toprakla örtülü bir kayada bitki yeşermediği gibi, ihlassız bir kalbin de amelleri kabul görmez. Hiçbir şekilde kabuklar özün yerine geçmez. İhlas ne kadar büyük ve ne kadar bereketli bir haslettir ki o, küçücük bir ameli dağlar kadar büyüttüğü gibi koskoca amelleri de değersiz hale getirir. Bunun için Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Dinde ihlaslı ol, sana az amel yeter."(170) İyi amellerden dolayı kazanılan sevabın bazen 10, bazen de 700 kat... olması bu amellerin dayandığı ve Allah'tan başka kimsenin muttali olamadığı ihlas sırrından dolayıdır. Amellerin derecesi ihlasları ve insanlara olan faydasının çokluğu nisbetinde yükselir. İnsana suret ve dış görünüş birşey kazandırmaz. Allah (c.c.) ihlaslı ve gösterişsiz olan kullarından ameli kabul edip onları rızasına nail eder. Bunun dışında kalan dünya süsü ve benzeri çırpınmaların Allah katında değer ve önemi yoktur. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Allah (c.c.) sizlerin cisim ve suretlerinize önem vermez. O, ancak sizin kalbinize önem verir."(l71) "Kıyamet gününde dünyada işlenen her şey getirilir. Allah (c.c.) rızası için olanlar kabul görür. Allah (c.c.) rızası için olmayanlar ise sahibiyle ateşe atılır."(172) Kim bu hakikatlerle hayatına yön verirse rahat bulup âhirete hazırlanmış olur. Yapamadığı ona zarar vermediği gibi âhirete göndermiş olduğu amellerden de endişe etmez. Resulullah (s.a.v.): "Kim muhlisâne ve Allah'a ortak koşmadan namazını kılar ve zekatını verir ve bu haliyle de bu dünyadan göçerse Allah kendisinden râzı olduğu halde göçmüştür". Bu hadisi şu ayet de tasdik eder. "Halbuki onlar, ancak Allah'a onu dininde ihlas sahipleri olarak, diğer bâtıl dinlerden İslâm'a yönelerek ibâdet etsinler, namazı gereği üzere kılsınlar ve zekatı versinler diye emrolunmuşlardır. İşte bu emredildikleri şey, dosdoğru hak dindîr."(173)
    İhlas bilhassa şiddetli ve zor anlarda şahıs üzerine nurunu saçar. İnsan, heva ve hatalarından sıyrılıp Allah (c.c.)'a yönelirse; Onun cezasından korkup rahmetini de umar. Kur'an, şaşkınlık anındaki insanın korkusunu ve bu durumdan kurtulmak için Allah(c.c.)'a nasıl yöneldiğini şöyle tasvir eder: "De ki, karada ve denizde olan karanlıklardan (tehlikelerden) sizi kim kurtarır? O halde iken ki gizli ve aşikar Allah (c.c.)'a şöyle dua ederdiniz: "And olsun! Eğer bizi bu tehlikeden kurtarırsan muhakkak şükredenlerden olacağız" De ki: "Allah (c.c.) sizi o tehlikelerden ve bütün kederlerden kurtarır. Sonra yine siz ona eş koşarsınız."(174) Böyle bir ihlas geçici bir hâldir. İnsanda bazen bulunup, bazen bulunmayan hâller ahlâk değildir. Allah (c.c.) kullarından kendisini tam bir şekilde bilip takdir etmelerini, bollukta ve darlıkta ihlaslı bulunmalarım ve bu ihlaslarını içlerinde saklamalarını başka kimse için amelde bulunmamalarını ve kendisine olan bağlılıklarını yitirmemelerini emretmiştir.
    Makam ve can sevgisi, methedilme arzusu ve başkasına kendini üstün görme hasletleri baş gösterince insanda ihlas nuru yavaş yavaş sönmeye başlar. Çünkü Allah (c.c.) tüm afatlardan arındırılmış amelleri kabul eder. "İyi bil ki, hâlis din ancak Allah'ındır."(175) İslâm'daki iyi hasletler tazeliğini korumaya muhtaç meyveler gibidir. Bunlar tüm âfet ve tehlikelerden uzak bırakılmalıdırlar. İslâm, iyi amellere riya karıştırmayı çok büyük bir âfet îlan edip, onu Allah (c.c.)'a şirk olarak telakki eder. Gerçekten riya amellere musallat olan âfettir. O, insanda bulaşıcı hastalığın mikrobunu yaydığı gibi yayıldığında, sahibini cehenneme sürükleyecek bir nevi putperestlik halini alır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
    "Riya ile yapılan basit bir amel dâhi şirktir. Kim Allah (c.c.)'ın dostlarına düşmanlık ederse, Allah (c.c.)'a harp ilan etmiş olur. Muhakkak ki Allah (c.c.) kulları içerisinde iyi, muttaki, riyasız, hazır bulunmadıkları zaman aranmayan, hazır olduklarında bilinmeyen, kalpleri hidayet nurları misâli ve her zifiri karanlıkta ortaya çıkan mümin kullarını sever."(176)
    İbn-i Abbas (r.a.) Resulullah (s.a.v.)'den şu hadîsi rivayet eder: "Bir adam Resulullah (s.a.v.)'a gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! ben herhangi bir meselede hem Allah (c.c.)'ın rızasını hem de insanlar indinde yerimin bilinmesini isterim" dedi. Resulullah (s.a.v.) şu âyet nazil olmadan ona cevap vermedi: "Kim Rabbına kavuşmayı arzu ediyorsa sâlih bir amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadette hiç kimseyi ortak etmesin."(177) İslâm'ın riya ve ihlassızlıktan doğan diğer amellere karşı takındığı bu kesin ve şiddetli tavır bu amellerin büyük fesat, şehvanî arzu ve gizli desiselere sebep olmalarından dolayıdır. Açık günahlar cemiyette cürüm meydana getiren cılız münkerlerdir. İnsanın geç veya erken, günün birinde bu günahların çirkinliklerinin farkına vararak dönmesi umulur. Fakat itaat namına yapılan (ihlassız) günahları cemiyet ve bu günah sahipleri için korkunç kötülüklerdir.
    Bu kötülükleri işleyenler Allah'ı râzı etme iddiasıyla şehvanî arzularını doyurmaya çalışmaktadırlar. Böyle bir günah işlendiğini nasıl kabul edip onlardan nasıl tevbe eder? Çünkü o, bu günahları hayır nâmına işlemektedir.
    Büyük cemiyetlerde, münafık aydınlardan gelen dini musibetler avam tabakasından gelen bayağı günahlardan daha tehlikelidir.
    Makam ve ilim sahiplerinin ihlaslarında samimi olmamaları ülkeleri viranelere ve çok gerilere götürür. Faziletleri nefsanî arzularla kirletmek bu faziletlerin değerini düşürmektir. Bu da ihlassızlığın neticesidir.
    Yaptıklarını insanlar için yapıp Allah (c.c.) rızasını unutan gafil ne yaptığının farkında değildir. O, güç kuvvet,azamet ve ikram sahibi yüce Allah (c.c.)'tan yüzünü çevirip güçsüz -kuvvetsiz zavallı ve fukara olan insanlara yönelmektedir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
    "Kim kıyamet gününde Allah (c.c.)'in tüm insanları topladığı bir anda bir münâdi şöyle seslenecektir: "Kim yaptıklarını Allah (c.c.) için değil de, herhangi biri için yapmışsa bugün yaptığının sevabını da ondan istesin. Çünkü muhakkak ki Allah (c.c.) böyle bir şirkte bulunanların şirkinden beridir."(178)
    Komutan ve nefer, tüm askerlerin yaptıkları cihadı her türlü şüphe ve kinden uzak bulundurmaları gerek. Onlar tüm varlıklarını mukaddes bir davaya adamışlar. Böyle bir dava karşısında tüm makam, rütbe ve menfaatlar cılız kalır. Böyle mücahidler Allah indindekilerini tüm dünya metaına tercih etmeli, tüm gayretlerinde şeref ve izzetli fedakarlık misali olmalıdır.
    Abdullah b. Amr b. As anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! Bana cihad ve gazadan haber ver, dedim" -"Ey Amr' ın oğlu
    Abdullah karşılığını Allah (c.c.)'tan bekliyerek ve sabırla cihad edersen, Allah (c.c.) seni sabırlı ve ihlaslı bir şekilde hasreder. Yok eğer riya ve ganimetleri toplamak niyetiyle savaşırsan, kıyamet gününde Allah (c.c.) seni bu halinle hasreder. Ey Amr'ın oğlu Abdullah; Hangi hal ve niyet üzere savaşırsan o halinle haşrolursun. "(179)

    Bütün yetkililer, ellerinden gelen tüm hizmetleri sadece Allah (c.c.) rızası ve nıüslümanların yararına yapmalılar. Hayvanlar günün belirli saatlerinde, yemeleri karşılığı çalıştırılırlar. Bazen insan da şerefli makamından hayvan seviyesine iner ve sadece maaş karşılığı çalışır. Fakat akıllı kişi, fikir ve gayretine büyük paha biçer. Ve onu daha şerefli bir yerde kullanır. Üzüntüyle belirteyim ki yığınlarca görevli, sadece mal ve (üstleri gözünde) yükselmek mantığıyla çalışmaktadırlar. Dünya ve âhiretleri, rıza ve öfkeleri, çırpınma ve gayretleri sadece bu mantık ölçüsüyledir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
    "Âhir zamanda insanlar üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka sadece Allah rızâsı için ibâdet edecek. Bir fırka sırf gösteriş için ibâdet edecektir. Diğer fırka da insanlardan faydalanmak için ibâdet edecektir. Kıyamet günü Allah (c.c.) onları bir yerde topladığında, insanlardan faydalanmak için ibadet eden fırkaya şöyle diyecektir. "İzzet ve Azametim hakkı için söyle bakalım. Bana ibâdet etmekten maksadın ne idi?" "O, İzzet ve Azametin için insanlardan faydalanmak için ibadet ediyorum," diyecek. Allah (c.c.): "Sana tüm yaptıkların fayda vermedi" diyecek ve "Onu cehenneme atın," buyuracak. Sonra da Allah (c.c.) riya ile ibâdet edene: "İzzet ve Azametim hakkı için, söyle bakalım. Bana ibâdet etmekteki maksadın ne idi?" buyuracak. O, -"İzzet ve Azametime yemin ederim ki insanlara gösteriş olsun diye ibâdet ederdim," diyecek. Bunun üzerine Allah (c.c.): Bu yaptıklarından, bana hiçbir şey ulaşmadı. Öyle ise bunu da cehenneme " atın, buyuracak. Allah (c.c.) en son olarak kendi rızası ipin ibâdet edene "İzzet ve Azametim için söyle bakalım. Bana ibâdet etmendeki maksadın ne idi?" -"O, izzet ve Azametime yemin ederim ki yaptıklarımı benden daha iyi bilirsin. Ben, ibâdetlerimi sırf senin rızân için yaptım, diyecek. Allah (c.c.): "Kulum doğru söylemiştir. Bundan dolayı onu cennete götürün," diye emir buyuracatır. "(180)

    Köklü bir İhlasın en fazla lâzım olduğu yer, kültür ve ilim alanıdır. Çünkü Allah (c.c.)'ın insanoğluna verdiği en büyük şeref, Ilim'dir. En büyük rezalet, kişinin bu şerefli rütbeye kötülük, fitne ve şehevî arzularda sarfetmesidir. Bugün dünyanın çektiği birçok musibet varsa o da, kötü âlimlerin yüce ahlâk ve şerefli seciyyelerini kaybetmelerinden dolayıdır, islâm, âlim-talebe herkese ilme sarılmayı ve herşeyden önce yüce hedef ve umumi maslahatlar için gayret göstermelerini farz kılmıştır. Bu zamandaki çoğu insanların yaptığı gibi sadece mal ve şahsî menfaatler için öğrenmek, hakikatta bu ulvi makamlarla istihta etmek ve ilmin asıl rütbesini heder etmektir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Kim Allah (c.c.) rızası için talep edilmesi gereken bir ilmi, menfaat için taleb ederse cennet kokusunu alamaz."(181) islâm, aynı zamanda insanlara kibir taslamak, tartışmak ve gürültü yapmak niyetiyle ilim taleb etmeyi de yasaklamıştır. Bu konudaki hadis şöyledir: "Alimlere karşı öğünmek, düşük kimselerle tartışmak ve oturma meclislerinde sevgi görmek niyetiyle (maksadıyla) ilim talep etmeyin. Kim bu maksatlar için taleb ederse, ona ateş vardır."(182)
    Dünyevî ve uhrevî tüm dallarıyla ilim, ancak değersiz arzulardan sıyrılma ve sadece hakkı arama niyetiyle olursa, çoğalıp arzu edilen hedefe ulaşır. Bu durum, âlim ve talebelerin çok zor durum ve geçim sıkıntılarına maruz bırakılmaları demek değildir. Çünkü halisane niyyet, sahibinin güçlük ve eziyetlere katlanmasını gerektirmez.
    İhlassızlıktan neş'et eden manevî hastalıklar çoktur. Bunlar başıboş bırakılırsa îmanı yok ederler. Bazı gedikler bırakılınca da şeytan hemen oralardan nüfuz eder. Allah (c.c.): mal, makam kulluğu ve bunlara benzer riyakar ve menfaatperest inanlara buğzeder. Müslümana yaraşan, Allah (c.c.) yolunda tüm arzu ve taleblerini feda etmesidir. Yoksa Allah (c.c.) rızâsını böyle basit şeylere feda etmek değil.
    Firavn'un sihirbazları, sağlam inanç ve yüce ihlas için büyük misal teşkil eder. Çünkü onlar, mal ve makam sevgisini ayaklar altına almış, korkmadan dünya arzularını terkedip tağûti bir hükümdar olan Firavn'a şöyle demişlerdi: "Artık neye hakim isen hükmünü ver. Sen hükmünü ancak bu dünya hayatında geçirebilirsin. Biz günahlarımızı ve bizi zorladığın sihri yarlığaması için Rabbımıza gerçek îman ettik. Allah'ın (c.c.) sevabı senden hayırlı azabı da seninkinden daha süreklidir."(183)
    Dünya metaını değersiz bilip Allah (c.c.) yolunda çalışanlar ile kıymetsiz dünya menfaatleri ve hakir arzuları için dini oyuncak haline getirenler arasında ne kadar da büyük fark vardır.

__________________
(159) el-insan, 9
(160) el-Leyl, 18-21
(161) Ahmed b. Hanbel
(162) Müslim, K. Musâkat, 7/1552
(163) Müslim
(164) Buhâri
(165) Anmed b. Hanbel
(166) et-Tevbe, 92
(167) Buhâri
(168) el-Maun, 4-7
(169) Bakara, 264
(170) Hâkim
(171) Müslim
(172) Beyhâkî
(173) Beyyine, 4
(174) En'âm, 63-64
(175) Zümer, 3
(176) Hâkim, Mişkhatül-Mesabih K. Rikah 5334
(177) Kehf, 110
(178) Timizi, M. Mesabih. K. Rikak, 5334
(179) Ebu Davûd, K. Cihad, 26/2519
(180) Taberâni, Tirmizi,, Zühd, 35, 2489
(181) 1. Mace, Mukaddime, 259
(182) Ebu Davûd, I. Mace, Mukaddime, 253

Prof. Muhammed Gazali