Kalbin Kinden Salim Kalması
İnsanın üzüntülerini yok edip rahat bir hayat sürmesi, vesvesesiz ve kedersiz
yaşaması için kalp huzurundan daha büyük bu- te'sir düşünülemez. Ki insan, bu
huzuru sayesinde kini bertaraf eder, başkasının nimete kavuşmasından rahatsız
olmaz, bilakis insanlar bu nimet Allah (c.c.)'tan bilip bu durum karşısında
sadece Resulullah (s.a.v.)'ın şu hadisini hatırlar: "Allah'ın bana ve
kullarından herhangi birine bir nimet isabet ederse mutlaka o Sendendir. Senin
ortağın yok, birsin. Hamd ve şükür yalnız Sana'dır."(213) Bu huzurlu kalp
sahibi, birine bir musibet gelirse ona üzülür. Allah (c.c.)'a ondan bu musibetin
kaldırılması için dua eder. Günahlarının affedilmesi için niyazda bulunup
Resulullah'ında (s.a.v.) Rabbına şöyle iltica ettiğini hatırlatır: "Allah'ım!
Sen affettiğinde çok büyük çapta aff edersin. Hiç günah işlemeyen kul kim ki? Bu
şuurda olan mü'minin alnı açık, Rabbinden ve hayatından memnun, kalbi kör, hased
ve kinden arınmış şekilde rahat bir hayat yaşar.
Muhakkak ki kin kalb için öldürücü bir hastalıktır. Yarık bir
kabdan bir sıvının akıp gitmesi gibi, hain bir kalpten de îman çekip gider.
İslâm, kalbe büyük önem verir. Katı bir kalp, iyi amelleri
yok eder, yönlerini değiştirir ve safvetini tersine çevirir imanla parlayan bir
kalbin ameli az da olsa, Allah (c.c.) tarafından mübarek ve bereketli kılınır.
Böyle bir kalb hayra çok meyleder. Abdullah b. Amr (r.a.) rivayet ediyor."Resulullah(s.a.v.)
'a insanların en faziletlisi kimdir? Diye soruldu. "Mahsun kalp ve doğru bir
lisana sahip olandır." buyurdu. Ashab: "Biz sâdık lisanı biliyoruz. Fakat mahzun
kalb nedir? dedi. O, (s.a.v.): "içinde haset, kötülük, azgınlık ve günah
olmayan, takvalı ve tertemiz olan kalbdir" dedi. (214)
İçinde hiçbir ferde karşı nankörlük bulunmayan, güzel
muamele, karşılıklı yardımlaşma, sevgi ve yüksek muhabbet bağlan üzerine kurulan
tek topluluk İslâmî cemaatlardır. Onlar Kur'an'ın kendilerini vasıflandırdığı
gibidirler. Bunların arkasından gelenler şöyle derler: "Ey Rabbüniz bizi ve
iman ile daha önden bizi geçmiş olan kardeşlerimizi yargıla. İman etmiş olanlara
kalblerimizde bir kin bırakma, ey Rabbimiz şüphesiz ki sen çok esirgeyicisin ve
çok merhametlisin."(215)
Adavet, dallarını yükseltip etrafa yayınca îmanın tâze
dallarını kırıp gider. Merhamet ve emniyet duygularını soldurur... (Allah
korusun) böyle bir durum karşısında yapılan tüm farz ibâdetlerden de bir hayır
sağlanmaz. Şahsın artık böyle amellerden, kötülükleri işlemeye karşı herhangi
bir istifadesi kalmaz. Bu düşmanlık, çoğu kez sahibini, mürüvvetini yok edecek
küçük günahlarla, lanet edilmesini mucip kılacak büyük günahları işlemeye sevk
eder.
Kötülükleri teşhir eden bir göz devamlı olarak karanlıklar
içinde baktığı için iyilikleri görmeyip kötülükleri çok büyütür. Kin ve
kuruntulardan dolayı yalan ve desiseler kurmaya çalışır. Tüm bunlar İslâm'ın
çirkin görüp sakınılmasını emrettiği hususlardır. Hatta İslâm bunlardan
vazgeçmeyi en büyük fazilet olarak görür. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Size
sadaka, namaz ve oruçtan daha faziletli amelden haber vereyim mi?" Ashab, "Evet"
dedi. -"O, insanlar arasını düzeltmektir. Çünkü insanlar arasını bozmak traş
edicidir.
Ben sizlere sakal traşı edenlerden konuşmuyorum. O, dini traş
(yok) edendir"(2l6) dedi.
Şeytan bazen akıllı insanları puta taptırmak konusunda
başarısız düşebilir. Fakat o, insanlar arasında fitne yerleştirmek suretiyle
onları tehlikelere duçar edip Rablerinden uzaklaştırır. Öyle ki onlar, puta
tapan birinin içine düşmediği zulüm ve günahlara bulaşmış olurlar. Evet, şeytan
bunu insanlar arasında düşmanlık tohumları yaymak suretiyle gerçekleştirir. Bu
tohumlar filizlenince insanların huzur ve istikballerini yakıp kül eder, fazîlet
ve insanî bağlarını kirletir.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Şeytan, arap
yarımadasında insanların kendisine ibâdet etmelerinden umut kesti. Fakat o, hâlâ
insanlar arasında fitne yerleştirmekten ümidini kesmemiştir."(217)
Kalb; kötülük işlendi mi içinden sevgi gider ve safvetini
kaybeder. İnsan bunun sayesinde katılık ve inat içerisinde bocalayıp durur.
Allah (c.c.)'ın emirlerini çiğner ve yeryüzünü fesada boğar. İslâm çoğalıp
semere vermeden ve kat'i düşmanlık hâlini almadan önce, böyle kötü bir durumu
halleder. İnsanlar mîzaç ve anlayışlarında farklıdırlar. Ortada önleyici
tedbirler ve engeller olmazsa hayata atıldıklarında çeşitli sıkıntı ve sapmalar
baş gösterir. Bundan dolayıdır ki, İslâm, mensuplarına ayrılık ve fitneyi
önleyecek tüm tedbirleri emretmiş ve onların kalbine muhabbet ve kardeşlik
tohumlarım ekmek suretiyle de tefrika ve uzak durmaktan sakındırmıştır. Sana
kötülük yapandan yüz çevirip üzülmen mümkündür. Fakat, bu iki müslüman arasını
açacak boyutlara ulaşmamalıdır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Aranızdaki bağları koparmayın. Birbirinize yüz çevirmeyin,
birbirinize buğz ve haset etmeyin. Allah'ın kardeş kulları olunuz. Bir
müslümanın kardeşine üç günden fazla dargın durması helal olmaz."(218)
Diğer bir rivayet şöyledir: "Bir müminin diğer mümin
kardeşine üç günden fazla dargın durması helal olmaz. Üç gün geçince biri
diğeriyle karşılaşsın ve selâm versin, (kendisine selâm verilen) cevap verirse
ikisi de hasıl olacak ecir de müşterek olurlar. Cevap vermezse vebal (günah) ona
aittir. Böyle yapmak suretiyle bir müslüman dargınlıktan kurtulmuş olur. "(219)
İslâm üç günlük müddeti mevcut olan hiddetin sönmesi ve
öfkenin sakinleşmesi için koymuştur. Müslüman (selamdan sonra eskisi gibi)
müslüman kardeşlerini ziyaret edecek, onlarla olan bağlarım pekiştirecektir.
Onun ayrılığı toplanmış bir bulut yığını gibiydi. Rahmet rüzgarları gelip onu
dağıtınca artık ufuk aydınlanmış demektir. İnsan, olup biten nizalar karşısında
ya zâlim, ya da mazlumdur. Başkasına saldırıp hakkını gasp etmişse bu zulümden
vazgeçip kendisine çeki düzen vermelidir. O, bilmelidir ki hasmını rıza ve
tatmin edecek davranışlarda bulunmadıkça onun kalbinden kin ve nefreti çıkmaz.
İslâm böyle durumlardan insanın hasmıyla sulha girişip gönlünü almasını emreder.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Kim müslüman kardeşine ırzı veya herhangi
bir maksatla zulm yapmışsa içinde para ve altının olmadığı kıyamet gününden önce
(bu dünyada) helallaşsın; aksi takdirde iyilikleri varsa yaptığı zulmün
nisbetinde kendisinden alınır. Ve onun (zâlimin) üstüne yüklenir. "(220)
islam, boynunda başkasının hak (ları) bulunana böyle nasihatte bulunur.
Başkaların da hakkı olana ise yumuşak, müsamahakar, geçmiş hataları af ve
mazeret taleb edildiği takdirde kabul ile karşılamasını emreder.
Özürleri kabul etmemek büyük bir hatadır. Hadis-i şerifte
şöyle denilmiştir: "Kim müslüman kardeşinin mazeretini kabul etmezse, haksız
yere mal gasb edenin hatası gibi hata olur". Başka bir rivayette de şöyledir:
"Kim mazeretleri kabul etmez, havz-ı kevsere uğramaz.''(221)
İslâm, bu açık irşad ile, zâlim-mazlum her iki taraftan
gelecek kin ile savaşmış böyle mikropları yerinde hâl etmiş karşılıklı dürüst ve
adil muamelelerle, Islâmî cemiyeti yüksek bir zirveye çıkarmıştır. İslâm,
yanardağ gibi alevlenip sahibinin kalbinden çıkmayan düşmanlığı küçüklük ve
değersizlik nişanesi olarak kabul etmiştir. İçinde düşmanlık kini saklayanlar,
hasımlarına karşı alevlenip köpürmek eziyyet ve fesat çıkarmak için her çareye
başvururlar. İbn Abbas (r.a.), Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu
nakleder: "Sizin, en kötüleriniz tek başına oturup kalkanlar, hizmetçilerini
dövüp yardımını men edenlerdir." . Daha sonra da: "Bunlardan daha kötü
olanlardan haber vereyim mi?" dedi. Onlar, "Arzu ederseniz buyrun," dediler. O,
(s.a.v.): "İnsanlardan buğz edip, insanların da kendilerinden buğz ettiği
kişilerdir" buyurdu. Sonra "Bunlardan daha kötü olanlardan haber vereyim mi?
buyurdu. Onlar, "Arzu ederseniz buyrun" dediler. O, (s.a.v) hatayı afvetmiyen
mazeretleri kabullenmeyen ve kusuru bağışlamayanlardır" buyurdu. Daha sonra da:
"Sizlere bunlardan daha da kötüsünü haber vereyim mi? buyurdu. Onlar, "Dilersen
buyur, Ey Allah'ın Resulü!., dediler. O, (s.a.v.): "İyilikleri umulmayan ve
kötülüklerinden de emin olunmayan kişilerdir" buyurdu. (222)
Bu hadisin sıraladığı kişiler, kinin kabarıp, kötülüğünün
şiddetlendiği durumlar için misallerdir. Cahiliyyet döneminden beri insanlarca
kinin, kötü ve düşük kimselerin bir sıfatı olduğu kabul edilmektedir. Kinden,
mürüvvet sahipleri uzak durur. Antere şöyle der: "Yüksek meziyetli insanlar kin
beslemezler, tabiatında öfke olanlar da yüceliklere erişemezler".
Öte yandan, herkesçe bilinmesi gereken ve İslâm'ın men ettiği
diğer bazı kötülükler de vardır. Tüm bunlar, değişik görünüm arzetmelerine
rağmen tek illetten kaynaklanmaktadır. O da KİN'dir. Suçsuz insanlara iftira
etmek; en büyük cinayetlerden sayılmıştır. O, (iftira) suçsuz kşilerin mahkum
kılınıp gerçekleri ters çevirdiği için, İslâm nazarında en büyük yalan
şekillerinden biri kabul edilmiştir... Aişe (r.anha.) şu hadisi rivayet eder.
Resulullah (s.a.v.): "Sizler Allah (c.c.) katında en kötü ribânın hangisi
olduğunu biliyor musunuz?" dedi. Ashab, "Allah ve Resulü daha iyi bilir"
dediler. Resul-i Ekrem (s.a.v.): "Allah'ın indinde en kötü ribâ, müslümanın
ırzını (haysiyet ve şerefini) ihlal etmektir" buyurduktan sonra şu âyeti okudu:
"Erkek mü'minlere işlemedikleri (bir günah) yüzünden eza edenler de muhakkak bir
yalan ve apaçık bir günah yüklenmiş(ler)dir.'(223)
Şüphesiz ki kasıtlı olarak insanlarda kusur aramak ve onları
hata içinde görmek düşüklük ve şahsiyetsizliktir. İslâm, iftiradan doğan bazı
suçlara âcil cezalar öngörmüştür. Âhirette ise tüm iftira suçlarına verilecek
ceza daha çetin ve daha şiddetli olacaktır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Kim ki birinde olmayan bir şeyi sadece onu ayıplamak maksadıyla, iftira
maksadıyla zikrederse Allah (c.c.) söylediği şeyi ispatlayıncaya kadar onu
cehennemde hapsedecektir.(224). Diğer bir rivayet de şöyledir: "Kim, söylemediği
halde sırf onu dünyada rencide etmek maksadıyla birine bir kelime ile iftira
ederse, Allah (c.c.)'ın onu ispatlayıncaya kadar ateşte eritmesi bir hak olur.
"(225)
Böyle birinin söylemiş olduğu şey iftira ve yalan olduğu için
böyle bir şeyi nasıl ispathyabilir?.. Sağlam bir kalb, sahibine eliyle
yapamadığı takdirde, kalbiyle insanlar için her zaman hayrı temenni etmesini
emreder.
Kim de, insanlara iftira edeceği husus bulamadığı için,
çeşitli desise ve yalanları uydurmaya çalışıyorsa, o da hâin ve yalancının tâ
kendisidir. "Kötü sözlerin, îman edenlerin içinde yayılıp duyulmamasını arzu
edenler (yok mu?) Dünyada da, âhirette de onlar için pek acıklı bir azap vardır
(Onları) Allah (c.c.) bilir, siz bilmezsiniz."(226)
Allah (c.c.)'ın insanların ayıplarını gerçek de olsalar
mahfuz tutmalarını güzel bir hareket olarak görmesi, kendisinin fazl-u
keremindendir. Bir müslüman için gerekli yerde bazı şeyleri söylemesi câiz
olduğu halde, din kardeşinin ayıplarını teşhir etmesi câiz değildir. Temiz kalb
sahibi bir şahıs, insanlara afiyet dileyip onların elemleriyle kederlenir.
Ayıpları ifşâ etmek, perdeleri yırtmak, gizlilikleri ortaya çıkarmak mü'minin
şanından değildir...
Bundan dolayı da İslâm, gıybeti haram kılmıştır. Çünkü
gıybet, rahmet ve safvetten uzak kindar ve öfkeli kalbin bir eseridir.
Ebu Hureyre (r.a.) şu hadisi rivayet eder. Resulullah (s.a.v.) ashabına:
"Gıybet"in ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Onlar, "Allah ve Resulü
daha iyi bilir," dediler. Resul-i Ekrem: "Gıybet, müslüman kardeşini
hoşlanmayacağı bir şekilde anmandır" dedi. Ashâbtan biri: "O kardeşimde
söylediğim şey varsa (yine gıybet mi olur?)" Evet onda olanı söylemen gıybet,
olmayanı söylemen iftira sayıhr."(221)
İslâm'ın muhabbeti devam ve tefrikayı önleyici tedbirlerinden
biri de dedikoduculuğu haram kılmasıdır... Çünkü dedikodu (muhabbet) safveti
silip kalbleri tersine çevirir.
Resulullah (s.a.v.), ashabından gönül kırıcı nahoş
hareketleri duymayı nehy ederdi. "Sizden biriniz, ashabım hakkında (güzel
olmayan) şeylerden bana haber vermesin. Ben gönül rahatlığı içinde aranızdan
ayrılmak istiyorum."(228)
Bir kusur gören onu büyütüp yaymasın. Kötü bir söz söylendiği
yerde bırakılırsa (çoğu kere) unutulup gider. Bazen kötü bir kelime savaşlara
sebebiyet verir. Çünkü bu söz nakledilmek suretiyle "Feryat" ve "imdat" şeklinde
kelimelerle kıvılcımlarını etrafa yayar. Allah'ın Resulü şöyle buyurur:
"Dedikoducu cennete girmez."(229) Hadisteki "Nemmam" bazı rivayetlerde "kattab"
şeklindedir.
Âlimler her iki kelimenin aynı mânâya geldiğini söylerler.
Bazıları da iki kelimeyi şöyle tefsir etmişlerdir. En-nemmam: Bir toplulukta
bulunup onların sözlerini başka yere nakledendir. El kattab: Başkasının haberi
olmadan konuştuklarını nakledendir. Bir diğer rivayet şöyledir: "Kin ve
dedikodu (sahipleri) ateşliktir. İkisi, müslüman birinin kalbinde bir araya
gelmez."(230) Kinin meydana getirdiği kötü neticelerden bazıları da, kötü
zan, ayıplan araştırmak, insanların eksiğini açığa vurmaktır. İslâm, bunların
tümünü şiddetli bir şekilde yasaklamıştır.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Kim bir müminin
gördüğü bir kusurunu setr ederse Allah (c.c.)'da onun kıyamet gününde (bir
kusurunu) setr eder."(23l)
"Kim bir müminin bir ayıbını örterse sanki canlı olarak
toprağa gömülmek istenen bir kız çocuğunu kurtarmıştır.(232) Çoğu kere
başkalarının gizli ayıplarım teşhir etmeye çalışanlar açıkta günah işleyenlerden
daha fazla Allah'tan uzaklaşırlar. Çünkü, günahları teşhir etmek için fırsat
kollamak bizzat o günahları işlemekten daha çirkindir. Şu iki şuur da çok
farklıdır.
a) Allah'ın emirlerini
muhafazada gayretkâr ve koruyucu şuurunda olma ile.
b) Allah'ın kullarım sevmeme
ve onları zelâl etmeye firsat kollama şuurudur.
Birinci şuur, (sahibini) bu hususta en yüksek zirveye
çıkarabilir. O, bu durumda insanların kusurlarını araştırma, dert ve elemlerine,
sevinme gibi çirkin bir ahlâktan uzaktır. Sağlam bir kalb, sahibini dünyevî
istismardan kurtaran bir fazilettir. Şöyle ki, başkasının kârla çıktığı yere
kendisi zararla çıkabilir. Başkalarının ilerlediği yerde kendisi gerileyebilir.
Herkese zarar dileyecek kadar insanın menfaatçı olması, kendisi için alçaklık ve
haddi aşmaktır. Evet! -O hiç birşey değil- sadece sahibi için hüsrandır.
Müslümanın geniş fikirli, yüce ufuklu ve ince duygulu olması
gerek. O, meselelere kendi kısır ve şehvanî arzularıyla değil, umumi maslahatlar
açısından bakar. Kin besleyenlerin tümünün iç âlemlerinde adavet ateşi alevlenir
durur. Çünkü böylesi kişiler elde etmek istediklerini kazanamadıklarına ve
başkalarının eline geçtiğine şahit olmaktadırlar. İşte esas onları rahatsız eden
felaket budur. Şeytan elde etmek istediği şeyin Âdem (a.s.)'e geçtiğini görünce
kendisi gibi, adı geçen şeyden herkesi mahrum bırakmaya çalıştı... Kur'an bu
hususu şöyle nakleder..."(iblis) öyleyse dedi (madem ki) sen beni azgınlığa
mahkum ettin ben de bu sebeple andolsun ki onları (saptırmak için) senin doğru
yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra andolsun, onların önlerinden,
arkalarından, sağlarından, sollarından kendilerine geleceğim, (musallat
olacağım) sen de onların çoğunu şükredici (kimse) ler bulmayacaksın."(233)
İşte bu şeytanvâri rahatsızlıktır ki kin besliyenlerin
kalbinde alevlenip onları ifsâd etmektedir. İslâm insanlara bu çirkin hareketten
uzak durmalarım emretmiş ve daha yüce gayeler edinmelerini tavsiye etmiştir.
Enes bin Mâlik şunu anlatıyor: "Biz Resulullah (s.a.v.)'ın
yanında oturuyorken: "Şimdi cennetlik biri yanımıza girecektir" dedi. Yanımıza,
sakalından abdest suları damlayan ve ayakkabılarını sol elinde tutan biri girdi.
Ertesi gün Resulullah (s.a.v.) aynısını tekrar söyledi. Yine aynı adam ilk günkü
vaziyetiyle girdi. Bundan sonra Resulullah (s.a.v.) kalkıp gitti. Abdullah bin
Amr'da (r.a.) adamı takib etti ve ona: "Ben babamla münakaşa ettim ve üç gün eve
gitmemeye yemin ettim. Bu üç gün için beni evinde barındırırsan seninle gelirim"
dedi. Adam: "Buyrun" dedi. Enes (r.a.) anlatıyor:
Abdullah bin Amr (r.a.) bizlere onunla (adamla) üç gün
kaldığını ve gece namazına hiç kalkmadığını ancak yatağında, namaza kalkıncaya
kadar Allah (c.c.)'ı tefekkür ettiğine şâhid olduğunu, konuştuğu zaman da sadece
hayrı konuştuğunu müşahede ettiğini anlattıktan sonra şöyle devam etti: "Üç gün
geçtikten sonra, nerdeyse yaptıklarını hakir görecektim. Ona: "Ey Abdullah,
benimle babam arasında ne bir tartışma, ne de bir kırgınlık vardı. Ancak
Resulullah (s.a.v.) üç defa senin hakkında "Şimdi yanımıza cennetlik biri
girecektir" dedi. Her defasında senin girdiğine şâhid olduk. Bunun için senin
hâlini yakından takip etmeyi ve sana uymayı istedim. Onun için sizin evde
kaldım. Fakat senin böyle büyük sayılacak bir amelini görmedim. Resulullah
(s.a.v.)'ın medhlerine seni lâyık eden nedir?" O,: Yaptıklarımın tümü senin
gördüklerinden ibarettir dedi. Ben, ondan ve dolaşıp ayrılınca beni çağırıp
şöyle dedi: "Yaptıklarım senin gördüklerinden ibarettir. Ancak, hiçbir
müslümanın kötülüğünü ve zararını istemiyorum. Allah (c.c.)'ın verdiği nimetleri
kıskanmıyorum". Abdullah: "İşte esas seni bu makama yükselten amel budur"
dedi.(234)
Başka bir rivayet de şöyledir: "Ey kardeşimin oğlu
yaptıklarım senin gördüklerinden ibarettir. Ancak ben, hiçbir müslümana kin
beslemedim. "(.235)
İslâm, haset etmeyi haram kılmış, Allah (c.c.), Peygamberine
(s.a.v.) hasedin şerrinden kendisine sığınmayı emretmiştir. Çünkü haset,
sahibini ve insanları rahatsız edip göğüslerde yanan bir kordur. İnsanlardan
nimetin zeval bulmasını temenni eden kişi, cemiyetin kendisinden korunması
gereken âfettir. O, öyle bir kişidir ki, hiçbir hususta kendisine güven
duyulmaz. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Bir insanın üzerinde cihad esnasındaki toz "Allah (c.c.)
yolunda kendisine isabet eden her türlü cefa ile cehennem sıcağı birarada
bulunamayacağı gibi, îman ve haset de bir müminin kalbinde bir araya
gelmez."(236) "Hasetten sakınınız. Çünkü, haset, ateşin odunu yaktığı gibi
iyilikleri yok eder.(237) Nimete erişmiş kişileri çekemeyen, onları yokluk ve
perişanlık ipinde görmek isteyen şahıs karanlıklara boğulmuş ve hakikatlerden
uzak olan birisidir. O, her şeyden evvel dünyaya mağlub olmuş, dünya ipin
ağlayan ve dünyadan büyük hisseye sahip olmuş kimseleri çekemeyen birisidir.
Böyle bir düşünce her iki dünya hayatı ipin de hatalıdır. Bilakis ahiret ipin
cehalet ve gafletin tâ kendisi olup, âhire hazırlığından nasibsiz kalmaktır ki,
böyle bir hazırlığa önceden girmesi gerekip, muvaffak olamadıklarında üzülmesi
îcab eder...
"Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olan (dert)lere bir şifa,
müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir. De ki, ancak Allah (c.c.)'ın fazl-u
keremi ile, rahmetiyle işte yalnız bunlara sevinsinler. Bu, onların toplayıp
durdukları (bütün dünyalıklar) dan daha hayırlıdır."(238)
Kasetçi biri, azimsiz, korkak, Rabbı ve Rabbının kâinattaki
nizamından habersiz biridir. Çünkü böyle biri herhangi bir husustaki bir faydayı
kaybettiği zaman kazananları aldatmaya çalışır. Şâir şöyle der: "Delikanlıya,
çalışma hususunda yetişemedikleri için, hepsi ona düşman ve rakib kesildiler".
Böyle biri hemen Rabbine yönelip, onun fazl-u kereminden istemelidir. Çünkü
Allah (c.c.)'ın hazineleri sâdece birine mahsus değildir. Bundan sonra da elden
gelen imkanlarını kullanarak çalışmaya koyulmalıdır... Çünkü insan birinci
girişte elde edemediği hususları ikinci girişte elde edebilir. Şüphesiz ki bu
başkalarını çekememezlikten daha şereflidir.
Haset ile tamah, haset ile gıpta, haset ile çirkinden kaçma,
gerçek verme ile men'etme terimlerim karıştırmamak gerek. Bu hususlar arasında
büyük farklar vardır.
TAMAH: Çalışmada üstün başarılar elde etme çabasıdır. Bu ise
Allah (c.c.)'ın iyi kullarının özelliklerindendir. Süleyman (a.s.) şöyle duada
bulunmuştur: "Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana öyle bir mülk ver ki benden sonra
hiç kimsede olmasın. Muhakkak ki Sen, bütün dilekleri verensin."(239) Bir de
Rahman olan Allah (c.c.)'ın gerçek kulları şöyle duada bulunurlar:
"Ey Rabbimiz! Bize zevcelerimizden ve nesillerimizden
gözlerimizin sevinci olacak iyi kimseler ihsan et. Bizi takva sahiplerine önder
yap, derler."(240)
Esbaba tevessül ederek Allah(c.c.)'ın fazl-u kereminden
istemek, birine gelen bir nimeti kıskanmak değildir.
GIPTA: İnsanın Allah tarafından başkalarına verilen
nimetlerin aynısını kendisi için dilemesidir. İnsanın başkasının sahip olduğu
nimete göz dikmesi bazen fitneye, boş kuruntuya, faydalı bildiği fakat aslında
zararlı olan şeyleri dilemeye sebebiyet verir. İşte bundan dolayıdır ki, İslam;
taleb edilmesi gereken ve uğrunda yarışmanın da caiz olduğu hususları beyan
etmiştir Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur": "Sadece iki hususta gıpta edilir:
1. Allah'ın kendisine mal verdiği
ve bu malı hak uğrunda sarfedenin hâli,
2. Allah (c.c.)'ın kendisine hikmet
verdiği ve bu hikmetle amel edip onu başkasına öğretenin hâli."(241)
Hadiste geçen haset (gıpta) nimetin aynısını kendisi için
temennî etmektir. Yoksa onun zevalim istemek değildir. Esas gâye kişinin varmak
istediği hedefin yüce ve parlak bir meziyyet olmasıdır. Basit şeylere kuruntular
bağlamak insanın düşük tabiatlı olmasından kaynaklanmaktadır. Öte yandan uğrunda
çaba gösterilmesi sadece pişmanlıkla neticelenen diğer bazı meseleler vardır ki,
böyle durumlar, Allah'ın başkasına bir nimet verdiği veya fıtrî bir kabiliyet
bahşettiği için kin besleme ile neticelenmektedir. Bu kin sâdece Allah (c.c.)'ın
verdiği nimete karşılık yapılmaktadır. Evet, başka hiçbir sebep yok... Bu ve
benzeri hususlar için Allah (c.c.) şöyle buyurur:
"Bir de Allah'ın bâzınıza diğerinden fazla verdiği şeyleri
temennî etmeyin. Erkeklerin kendi kazandıklarından bir payı vardır.
İstediklerinizi Allah'ın fazlından ve kereminden isteyin. Gerçekten, Allah
herşeyi hakkıyla bilendir."(242)
Bu durumlardaki yanlışlığı hoş görmemek vacip olan adaletin
ikâmesi nev'inden olup zem edilen hasetten değildir. Birisinin hak ettiğinden
fazlasını alması veya lâyık olmadığı makama getirildiğinden dolayı hoşlanmamanız
güzel bir haslet olup, umûmî maslahat içindir. Bunun zem edilen hasetle alâkası
yoktur.
İslâm insanın ruhunu, temiz duygularla süsleyip cemiyete olan
kin pisliğinden temizlemek için her an kontrol eder. Ruhlar, hergün her hafta ve
her yıl İslâm'ın koruyucu paklayıcı kontrolünden geçer. Bu kontrol sayesinde
gözler (haramdan) temizlenir. Çünkü îmanla alakası olan bir kalbin içinde kin
namına birşey kalmaz.
Günlük bir kontrol olan namazdan payın alınabilmesi için
İslâm, kalbin temizliğini ve (mü'minlerin) düşmanlığından ve aldatmasından hâlî
kalmamasını şart koşmuştur. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Üç kişi
vardır ki namazları başlarının üzerinden bir karış yükselmez:
1. Kendisini istemeyen bir cemaata
imamet yapan kişi,
2. Kocası kendisinden râzı olmadığı
halde geceleyen kadın,
3. Birbirine dargın olan iki mümin
kardeş."(243) Haftalık kontrolde mü'minin yapması gereken birçok husus
vardır. Bu esnada Allah için yaptıklarını gözden geçirir. Vicdanını temizler.
Şayet kontrol neticesinde kalbini sağlam olarak bulduysa kurtulur. Yok eğer kin,
öfke, tahammül edememe ve kızgınlık gibi günahlarla kirlenirse yarış meydanında
geç kalır.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Ameller her pazartesi
ve perşembe günleri Allah'a takdim olunur... Bu (iki) günde, Allah kendisine
ortak koşmayan herkesi affeder. Ancak aralarında düşmanlık olan iki mümin bu
aftan mahrum kalır. Allah (c.c.) "Bu ikisini barışıncaya kadar terkediniz" diye
emreder. "(244)
Senelik kontrolde ise bu kadar uzun mesafeden sonra artık
mü'minin kalbinde düşmanlık, kin namına hiçbir şeyin kalmaması tüm nefsânî
arzulardan sıyrılması gerekmektedir. Dünyada Allah(c.c.)'ın (Mü'min) kulları
için rahmet rüzgarları vardır. Bunlardan ancak temiz gönül ve hoşgörülü insanlar
istifade edebileceklerdir. Bu konudaki hadis şöyledir: "Allah (c.c.)
Şaban ayının onbeşinci gecesinde kullarının ahvalini kontrol eder. Kendisinden
mağfiret talebinde bulunanları affeder. Birbirine kin besleyenleri ise olduğu
gibi terkeder."(245)
Ardarda olan bütün bu kuruluş anlarından sonra kalbinden buğz
tohumlarını temizlemeyen kişi, cehennemi hak etmiş demektir. İslâm ahkâmının
emirleriyle uslanmayanın hakkı ateşin içine yerleşip günah ve kirleriyle beraber
yanmasıdır.
İslâm'ın hoş görmediği düşmanlık ile bundan kaynaklanan diğer
bir husus hevâ, dünyalık tamahkârlık, dünya lezzeti ve metaı için olan
düşmanlıktır. Allah (c.c.) için hoşlanmamak, hak için buğz etmek, şeref için
ayaklanmak ise başka şeylerdir. Mü'min ömür boyu, Allah (c.c.)'ın emir ve
hududunu çiğneyen fâsıklardan yüz çevirip dargın durabilir. Onlara buğz edip,
düşmanlığını ilan etmesinde de herhangi bir sakınca yoktur.
Bilakis böyle bir boykot gerçek iman ve Allah (c.c.) için
olan İhlasın nişaneleridir. En yakın akrabalarımız olsa bile Allah (c.c.) kendi
düşmanlarından uzak durmamızı emretmiştir. "Ey îman edenler! Babalarınızı,
kardeşlerinizi, eğer küfrü sevip onu îman üzerine tercih ediyorlarsa, veliler
edinmeyin. İçinizden kim onların velilikleri altına girerse onlar zâlimlerin tâ
kendileridir. "(246)
Mü'minin Allah (c.c.) hususunda kusurlu davrananlara ceza
olması için belirli süre uzak durması günah değildir. Resulullah (s.a.v.) bazı
hanımlarından kırk gün uzak durmuş, Abdullah bin Amr (r.a.) oğluyla
Resulullah'ın bir emrini reddettiği için ömür boyu konuşmamış ve onu
terketmiştir. Babası ona, kadınların camilere gitmesinin mubah olduğuna dair
rivayetlerde bulunduğu halde kendisi bu hükme yaklaşmıyordu.
____________
(213) Ebû Davud
(214) I. Mace
(215) Haşr, 10
(216) Tirmizî
(217) Müslim
(218) Buhârî
(219) Ebu Davûd
(220) Buhârî
(221) I. Mace
(222) Taberâni
(223) Ebu Ya'la, Âyet- Ahzab, 58
(224) Tebarâni
(225) Tebarâni
(226) Nûr, 19
(227) Müslim
(228) Ebû Davud
(229) Buharı
(230) Tebarâni
(231) Tebarâni
(232) Tebarâni
(233) Araf, 16-17
(234) Ahmed b. Hanbel
(235) Bezzâr
(236) Beyhâkî
(237) Ebû Davud
(238) Yunus, 57-58
(239) Sâd, 35
(240) Farkân, 74
(241) Buhâri
(242) Nisa, 32
(243) î. Mace
(244) Müslim
(245) Beyhâki
(246) Tevbe, 23
Prof. Muhammed Gazali