Hilm (Vakar) Ve Suç Bağışlama

    Zor durumlar karşısında insanların direnebilme seviyeleri aynı değildir. Bazı insanlar en basit bir durum için heyecana kapılır. Bazıları da iyi akıl ve yumuşak huylarından istifade ederek şiddetli hâdiselerin meydana getirdiği musibetler karşısında sarsılmaz ve vakarlarını muhafaza edebilirler.
    İnsan nefsinde meydana gelen; hiddet, sükûnet, acelecilik, sabır, amelin bulanıklığı ve niteliği hususlarında fıtratın büyük fonksiyonu vardır. Tam şahsiyet sahibi bir insanın yüceliği arttığı nisbette gönlü genişleyip açılır, hilm'i çoğalır. Böyle biri insanların mazeretlerini makbul görür, hatalarını görmezlikten gelir. Kendini bilmez biri onu rahatsız etmek isterse, yoldan geçmekte olan bir filozofu çocukların taşlaması ve rahatsız etmesi gibi, sâdece kendi seviyesine bakıp hakimane hareket edip çocuk vâri hareket etmez.
    Hiddetlenen kişileri, nefisleri mağlup edince onları delilerin seviyesine düşürür. Onlar kendilerine yapılan bir hareketi kan akıtmak suretiyle karşılamaya çalışırlar.
    İnsan yüce fazîletlerin meydana getirdiği surlar içinde yaşamış olsa, bir hatanın açısıyla bu kadar şiddetli bir şekilde rahatsız olur muydu? Hayır... Çünkü esas kötülük, yapılmak istenen yere ulaşmadan sahibini bulur.
    Allah (c.c)'ın Peygamberi Hud (a.s)'ın kavmini tevhide davet ederken onlardan almış olduğu cevaba karşı gösterdiği hilm, bu meseleyi iyice îzah eder. "Kavminin ileri gelenlerinden bir cemaat de "Biz seni muhakkak bir beyansızlık içinde görüyoruz. Seni muhakkak yalancılardan sayıyoruz.." dedi (Bunun üzerine HUD:) "Ey kavmim" dedi. "Bende hiçbir beyinsizlik yoktur. Fakat ben âlemlerin Rabbinden gönderilmiş bir peygamberim. Size Rabbimin vahy ettiklerini tebliğ ediyorum, ben sizin emin bir hayırhahınızın." Câhillerin Hud (a.s)'a sataşması onun hilmini yenmedi. Çünkü Allah (c.c)'ın hayır ve iyilik timsali bir peygamberi ile nefisleri zulmederek fayda ve zarar verecekler inancıyla taşlara tapan bir kavmin arasındaki fark, çok büyüktür. Göçmen kuşların nahoş seslerinden büyük bir mürşid nasıl rahatsız olabilir? Resul-i Ekrem (s.av.) ashabına aynı sabır ve nefse hâkim olmayı öğretmek istemiştir. Rivayete göre bir bedevi ondan birşey talep etmeye geldi. Resulullah (s.a.v.) ona istediğini verince: "Sana iyilikte bulunmuş sayılır mıyım?" Bedevi: "Hayır ne iyilik ettin ne de güzellik . Bunun üzerine ashab hiddetlenerek ayağa kalktı. Resul-i Ekrem oturmalarını ve ondan vazgeçmelerini emretti. Sonra da evine giderek bedeviye biraz daha mal verdikten sonra: "Sana, iyilik yapmış sayılıyor muyum?" dedi. "Evet, Allah (c.c) ev ehlini kavmini ve seni hayırla mükafatlandırsın," dedi. Resul-i Ekrem (s.a.v): " Biraz evvel ne dediğini biliyorsun. Onun için bana şimdiki söylediğin duayı onların arasında da tekrar et ki, kalplerinde besledikleri (buğz) gitmiş olsun. "Bedevî " lur" dedi.
    Ertesi gün ashabın bulunduğu yere geldi. Resulullah (s.a.v): " Bu bedevi ne söylediyse söyledi, biz onun istediğini yerine getirdik. O da râzı olduğunu söylüyor... Öyle değil mi (ey bedevî)? - "Evet öyledir. Allah (c.c) ehlini, kavmini ve Seni hayırla mükafatlandırsın," dedi. Bunun üzerine Resul'i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurdu "Benim sizinle misalim şu adamın haline benzer. Onun devesi kaçmış, insanlarda peşine düşmüştür? Onlar deveyi daha fazla ürkütmekten başta bir şey yapmıyorlar. Deve sahibi: "Beni devemle baş başa bırakınız. Ben sizden daha fazla onu bilir ona acırım." dedi. Daha sonra deveye yönelerek yerden aldığı kuru otları ona göstermek suretiyle çağırıp yanına gelmesini sağlamıştır. Sonrada devesini çökerterek eşyasını yüklemiş ve üzerine binmiştir. Sizleri adamın söylediğiyle başbaşa bıraksaydım, onu öldürüp ateşe girmesine sebebiyet vermiş olacaktınız."(268)
    Vakar sahibi Resul'i Ekrem (s.a.v) bedevinin yaptığı nankörlüğe karşı hemen dehşete gelmedi. O (s.a.v.), bedevinin bir kısım insanın konuşma esnasındaki kalabalık ve kötülüğe olan meyilleri gibi, huyunu hemen sezdi. Böyle insanlar, hemen ceza verildiği takdirde sonlan gelmiş olur. Aslında böyle ceza zulüm sayılmaz. Fakat büyük ıslahatçılar, insanların böyle kötü bir neticeyle karşı karşıya gelmelerini istemezler. Onlar, vakarlarının eseri olarak, uçurumda olanları hayra yönelmeye ve doğruyu konuşmaya sevkederler. Böyle bir durum elde etmek için akıl sahibi herşeyini takdim eder. Cömert biri gönül kazanma yolunda neler harcamaz ki? Resulullah(s.a.v)'ın gönlünü aldığı bedeviyi birkaç gün sonra, büyük işleri yüklenmişken görüyoruz. Evet onu Resulullah'ın davası için canını seve seve takdim edenler arasında görüyoruz. Zaten mal büyük ıslahatçilerin elinde, ihtiyaç sahiplerine verilmesi gereken bir emanet, yahut ürkek bir hayvanı yakalayıp uzun mesafeleri katetmek ve binmek için yerden alınıp ağzına uzatılan kuru ot mesabesindedir.
    Şu bir gerçektir ki Resul-i Ekrem (s.a.v) bazen hiddetlenirdi. Fakat bu hiddeti şeref sınırlarını aşmazdı. Bazen de hareketi sadece hoşlanmağı şeyden yüz çevirmekten ibaretti. Resullullah (s.a.v)'ın siyerinden bize kadar gelen onu kendi nefsi için intikam almaması, sadece haramları çiğnendiği zaman, Allah (c.c) emri olduğu için intikam almasıdır. Ganimet dağıtırken cılız bir bedevi ona "Adalette bulun. Bu dağıtmada Allah (c.c) rızası aranmamıştır," dediği an sadece bilmediği hususu bu bedevîye îzah edip nasihat şeklinde söylemiştir. "Yazıklar olsun sana Ben adaletli davranmassam kim davranabilir? Adaletle davranmadığın takdirde zarar görüp hüsrana uğrarım." (269) Ashâb bedevîyi öldürmeye kalkıştıklarında, kendisi onları menetmiştir. Resullullah (s.a.v) bir ikindi vaktinde şöyle bir hitabe îrad etmişlerdir. "İnsanoğlunun tabiatı çeşit çeşittir. Biliniz ki bazıları geç öfkesinden erken vaz geçer. Bazıları geç öfkelenir ve geç de vaz geçerler. Bunların her iki durumu birbirine eşittir. Biliniz ki bazıları geç dönerler, ve erken öfkelenirler. Haberiniz olsun ki en hayırlıları, geç öfkelenip erken vaz geçenlerdir. En kötüleri de erken öfkelenip, geç vazgeçenlerdir. Biliniz ki bazıları iyilikle borç alıp, borçlarını iyilikle öderler. Bazıları nezaketle borç alıp, kötü bir şekilde öderler. Bazıları kötülükle borç altına girip, iyi ödeme yaparlar. Bunların durumu birbirini karşılar. Bazıları hem kötü ister hem de kötü öderler.
    Haberiniz olsun ki en hayırlıları iyi isteyip, iyi ödeyenler olup, en kötüleri de, kötü isteyip kötü ödeyenleridir .Haberiniz olsun ki öfke, insanoğlunun kalbinde bir kor parçasıdır. Siz, öfkelenen kişinin bu esnada gözlerinin alevlendiğini ve damarlarının kabardığını görmüyor musunuz? Kim böyle duruma düşerse (yerinden kımıldamasın) yere yapışsın." (270)

    Kim öfkenin peşine düşerse iradesinin dışında hareket edeceği için bütün işleri ifsâd edip düzeltemez hadisi şerif, insan sınıflarını ve fazilletteki seviyelerini bizlere beyan etti. Öfkeli biri çoğu kez ahmakvari hareketlerde bulunur. Bazen açılmadığı için kapıya söver, zorlandığı için elindeki aleti parpalar. Ürken hayvana lanet okur.
    Asrı saadette rüzgar birinin elbisesini oynatınca ona lanet getirir. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.v):''Rüzgara lanet getirme. Çünkü o bu işe musahhar ve tâyin edilmiştir.Birisi müstahak olmayan birşeye lanet ederse laneti kendine  döner."(271)
    Öfkelenmenin kötülükleri çok vahim, neticeleri de bundan da vahim. Bunun ipin hiddet anında nefse hâkim olmak büyük ve şerefli bir haslettir. İbni Mes'ud Resulullah'in şöyle dediğini nakleder: "Siz aranızda kimi güreş pehlivanı ilan edersiniz?" "Hiç kimsenin sırtını yere getiremediği kimseyi "dediler. Resulullah (s,a.v):"Esas pehlivan hiddet anında nefsine hâkim olan kişidir," dedi. (272) Biri Resulullah'a (s.a.v) Bana unutmamam için kısa bir tavsiyede bulun," dedi. Resul-i Ekrem (s.a.v):"Öfkelenme" buyurdu. (273) Bu kısa ve seçkin ifade, yöneltilen suale verilecek en güzel cevaptır. Resul-i Ekrem (s.a.v) kendisine gelerek nasihat isteyenlere durum ve tabiatına uygun şekilde nasihat ederdi, durumlarına göre kısa ya da uzun nasihat...
    Resullullah (s.a.v)'ın yok etmeye çalıştığı câhiliyyet iki çeşittir:
        1) İlme karşı olan cehalet
        2) Vakar ve sünnete karşı olan cehalet,
        1. Şıktaki cehaletin karanlığı marifet ve irşat nurlarıyla yok edildi, ikincisinin yok edilmesi ise, fesat ve hevanın yularını geri çekmekle mümkündür. (Câhiliyyet devrinin) İlk Araplar fazla cehaletle iftihar ederlerdi. (Bir şair söyle der:) Dikkat edin kimse bize karşı cehalette bulunduğunu iddia etmesin. Biz ona en büyük cehaleti gösteririz. İslâm bu saçmalığı men edip cemiyeti fazilet, bu mümkün olmadıysa adalet temelleri üzerine ikâme etti. Bu da ancak öfkelenme huyuna aklın hâkim kılınmasıyla mümkündür.
    Resul-i Ekrem'in (s.a.v), nasihatlarının çoğu bu hedefi gerçekleştirmek meyanındaydı. Öyle ki saldırganlık ve tecavüz belirtileri İslâmî cemaatten ayrılma olarak kabul ediyordu. "Müslümana sövmek fısk, onu öldürmekte küfür alâmetidir." (274)

    Abdullah bin Mes'ud şöyle der:" Müslümanlardan her iki kişi arasında (manevî) bir perde vardır. Bunlardan bir arkadaşlarına ayrılığa sebebiyet verecek bir kelimeyi konuşunca aralarındaki bu perde yırtılır." (275)
    Önceden İslâmî bir kültürü olmayan bir bedevi Resulullah(s.a.v) 'e geldi. İsmi Cabir bin Selim idi.Kendisi anlatıyor. "Ben her söylediğimde sözü neticelenen birini gördüm. Kim olduğunu sordum." Onlar: "Allah (c.c)'ın Rasulüdür," dediler. Ona: "Sana selam olsun" dedim. O,:"Aleykesselam (Sana selam olsun) ;deme. Çünkü o ölü selamıdır. Yalnız selamı başa almak suretiyle "Esselamüaleyke de." Câbir bin Selim anlatıyor: Ona sen gerçekten Allah (c.c)'ın Resulü müsün?" dedim. O,: "Sana zarar dokunduğunda onu çağırdığın takdirde kaldıracak, bir kıtlık isabet ettiğinde nebat yeşertmek suretiyle bolluğa, hayvanını geri çevirtecek olan Allah'ın Resulüyüm." buyurdu. Câbir bin Selim " Bana nasihat et" dedim "Kimseye sövme "dedi. Bundan sonra hür , köle , koyun deve hiçbir şeye sövmedim. Resulullah (s.a.v) şöyle devam etti. "İyilikten hiçbir şeyi hakir görme. Mü'min kardeşinle konuştuğun vakit güler yüzlü ol, bu da senin için bir iyilik sayılır. Birisi seni bildiği gibi kusurunla ayıplarsa sen onu bildiğin kusurunla ayıplama,şüphesiz ki bunun vebali ona aittir." (276)
    İnsanlardan bazısının öfkesi durmaz. Bunlar devamlı taşkınlık ipinde asık suratlı bulunurlar. Konulduklarında sıtma hastalığına yakalanan hasta gibi titreyip dururlar. Bağırıp çağırırlar. Ağızlarından köpük fışkırır, lanet getirirler, ayıplarlar. Halbuki İslâm bu çirkin hareketlerin tümünden berîdir.
    Resulullah (s.a.v) "Mümin ayıplamaz, lanet getirmez . Hayasız ve çirkin hareketlerde bulunmaz." (277)
    Lanet getirmek kötü hasletlerdendir. Basit bir hadise için başkasına lanet okuyanlar büyük tehlikelere maruzdurlar. Bilakis insana büyük birşey isabet ederse de lanet getirmemesi lâzımdır. İnsanın îmanı nisbetinde bağışlama ve vakarı artar. Kendisine hatalı davrananlara karşı helak edici harekette bulunmaz ve öfkelenmez. Resulullah (s.a.v)'e müşriklere beddua ve lanet getir denildiğinde, "Ben lanet edici değil rahmet edici olarak gönderildim." (278) buyurdu. Kişinin kusurları affetme, öfkesini yenme ve nefsine hâkim olabilme nisbetinde Allah (c.c)'ın indinde değeri olur.
    Ebu Bekir (r.a) bir kölesine lanet getirirken Rasulullah onu beğenmeyip şöyle demiştir. "Sâdık birine lânetçi olması yakışmaz."(279) Başka bir rivayet şöyledir: "Lânetçi ve sıddık olmanız bir arada bulunmaz" Ebu Bekir yaptığına keffaret olması için adı geçen kölesini âzad etmiş ve Resululah (s.a.v)'a gelip bir daha böyle bir şey yapmayacağım arz etmiştir...
 
   Çünkü lanet tehlikeli çirkin ve azgınca bir harekettir. Hakkı yerine getirmekten ziyâde ortalıkta öfke hüküm sürer. Şahıslara böyle ağır tarzda hakaret etmek uygun düşmez. Çünkü böyle bir cinayetin vebalinden kimse kurtulamaz. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurur:"Bir şahıs herhangi birşeye lânet ederse adı geçen lanet göğe yükselir. Fakat gök kapıları kendisine açılmaz. Yere iner, yerde onu almaz, sağa - sola gitmek istese de hiçbir yer onu kabul etmez hemen sahibine (söyleyene ) geri döner," (280) İslâm birbirine düşman kişilerarasında ki basit sürtüşme ve kavgaları haram kılmıştır.
    Nice sürtüşmeler vardır ki onlarla ırzlar çiğnenir, haram kılınmış sövmelerle günahsız olana itham edilir. Tüm bunlara öfkelenme ve edep dışı hareketlerden başka hiçbir şey sebebiyet vermemektedir.
    Tüm bu sataşmaların vebali ilk od'u alevlendiren kişiye aittir. Hadiste şöyle denilmiştir. "Karşılıklı şovenlerin günahı ille başlayanadır. Ancak zulme uğrayan haddi aşarsa durum değişir. Ortak olurlar." Böyle durumlardan kurtulmanın tek çaresi öfkeye vakarın hâkim olması, öç almaya da affetmenin galebe çalmasıdır. Şüphesiz ki insan şahsına veya sevdiği birine gelecek herhangi bir hakaretten dolayı üzülür. İntikam alma fırsatını kaçırdı mı misilleme yapmaya çalışır. Gördüğü zarar nisbetinde hasmına zarar vermeden rahat yüzü görmez.
    Fakat burada Allah (c. c) katında daha makbul daha hoş ve büyük insanlara daha yaraşır bir durum var, o da şudur. Kişinin öfkesini yenmesi kısas yapmaktan elini çekmesi ve bu affını Allah (c..c)'a; ona intikam imkanını bahşettiği halde intikam almadığına şükür kılmasıdır. İbni Abbas anlatıyor: Üyeyne bin Hısn gelince kardeşi oğlu Hürr bir Kays'a gitti ki, bu Ömer (r.a)'in müşavere ettiği zatlardandır.Genç, ihtiyar tüm Kur'an âlimleri Ömer (r.a)'in danışma meclisine üye idiler. Üyeyne: " Ey kardeşimin oğlu! Bana Ömer(r.a)'den müsaade iste," O da müsaade alınca Ömer (r.a)'in yanına gitti. Ve "Ey Hattabın oğlu! Allah (c.c)'a yemin ederim ki sen ne bize gereken şekilde bol ihsanda bulunuyorsun, ne aramızda adaletle hükmediyorsun," dedi. Ömer (r.a) onu bozmaya kalkışacak kadar hiddetlendi. Hürr: "Ey mü'minlerin emiri! Allah (c.c) Peygamberine (s.a.v) şöyle buyurmuştur "(Habibim) sen kolaylığı tut, iyiliği emret, câhillerden yüz çevir." (281)
    Allah'a yemin ederim ki Ömer (r.a) ayet okununca hemen durdu. Çünkü Ömer (r.a) Kur'ana tam teslim olanlardandır. Bir bedevînin yanma yersiz girip ona sataşması, nasihat kasdı ve bir hak talep etme isteği olmadığı halde üzerine gelmesi onu öfkelendirmiştir. Bedevî sultanın makamına girip, herhangi bir sebep olmaksızın ve karşılıksız olarak ondan mal istemişti. Ömer (r.a) onun avam tabakasından, kültürsüz biri olduğunu anlayınca ondan vazgeçip serbest bıraktı. Hadis'i şerif şöyledir:"Kim gerçekleştirmeye muktedir olduğu halde öfkesini yenerse Allah (c.c) onu kıyamet gününde herkesin hazır bulunduğu bir anda hurilerden dilediğini almak hususunda serbest bırakacaktır."
    Ubade Bin Samit, Resul-i Ekrem'in şöyle dediğini rivayet eder:"Size beldeleri şerefli kılan, dereceleri yükselten amellerden haber vereyim mi?" Ashâb "Evet," dediler. O, (s.a.v):"Sana karşı cehalette davrananlara vakarla, zilim edenlere af ile karşılık verip, sana ihsanda bulunmayana ihsanla, ziyaretine gelmeyene de gitmekle karşılık vereceksin... buyurdu."(282) Kuran'ı Kerîm bu nâzik hareketleri sahibini cennete götürecek sebepler olarak beyan etmiştir. "Rabbinizin mağfiretine , eni göklerle yer kadar olan cennete koşun. O cennet takva sahipleri için hazırlanmıştır. (Onlar) bollukta ve darlıkta harcayıp yedirenler, öfkelerini tutanlar, insanların kusurlarını bağışlayanlardır... Allah (c.c) ihsanda bulunanları sever."(283)
    Eşine rastlanmayan bağışlama hadislerinden biride.ResuriEkrem'in (s.a.v) münafıkların reisi Abdullah bin Übey'i affetmesidir. Adı geçen münafık mülümanlar'a her oyunu tertipleyen, azılı bir islam düşmanıydı. O şeytanla el ele verip Müslümanlara karşı komplolar düzenler, eline geçen her kötü fırsatı değerlendirirdi. Mü'minlerin annesi Aişe (r.a) hakkında ifk hadisesini tertipleyip, münafıkların vasıtasıyla etrafa yayan ve islâm Devletinin temelini bu şen'i yalanlarla sallamaya çalışan yine bu münafiktı.Eskiden beri Doğu nazarında kadın namusunun kudsiyeti büyüktür. Kadının akraba ve ailesinin tüm şerefi kendi şerefine bağlıdır. Bunun için ifk hadisesinin verdiği elem, Resul'i Ekrem ve onun ashabını gönülden vurmuştu. Bu hayasızca iftiranın acı yankılan kalplerini keder ve hüzünle dolduruyordu: Bu hüzün adı geçen durumu açıklayan ayetlerin nüzulüne kadar devam etti.
    Evet bu husustaki ayetler nazil olup Aişe'nin beraat ve nezafetini ilan etti. Münafıkların da yalan ve iftiraların açığa vurup onları rüsvay etti. "Aişe (r.anha) hakkında o iftira haberini getirenler içinizde (münafık olan) bir zümredir. O, iftirayı Allah (c.c) katında sizin için bir kötülük sanmayın. Bilakis o, (sevap bakımından âhirette) hakkınızda bir hayırdır. (Bu hitap iftira hadisesinde üzülen mü'minleredir.) O iftiracılardan her kişiye kazandığı günah kadar ceza vardır. Onlardan günahın büyüğünü yüklenen (Abdullah b. Ubey) için büyük bir azab vardır." (284)
    Bu iftirada seçkin ve büyük rol oynayanlara had uygulandı. Fakat çıban başı (olan münhafik Abdullah b. Ubey) müslümanlara tekrar elinden geldiği zarar ve hileleri tertiplemek için kurtulabildi!.. Allah (c.c.), Peygamber ve ordusunu muzaffer kıldı. İslâm dini de asırları geride bırakacak şekilde ilerledi. Düşmanlar içte saklamakla yetindiler? Evet hezimet onları her taraftan ihata etti. Abdullah b. Ubey sararıp soldu. En sonunda da nifağını etrafa yaydıktan sonra hastalanıp öldü...
    Abdullah'ın oğlu, Resulullah'a (s.a.v.) gelip babasının affını talep etti. Resulullah onu affetti. Daha sonra kendi elbisesi içerisinde gömmesini talep etti. Resulullah (s.a.v.) onu da yaptı. Sonra ona dua edip üzerine namaz kılınmasını talep etti. İnce yürekli bağışlamasını seven Resul-i Ekrem bu isteğini de reddetmedi. Hatta dün ırzına iftiralar atan bu naşın önünde durup afını taleb etti. Fakat ilahî yüce adalet bunları reddetti. Ve şu âyet nazil oldu: "Ey resulüm O münafıklar için ister mağfiret dile veya mağfiret dileme onlar için 70 defa mağfiret dilesen de yine Allah onları asla bağışlayacak değil. Bu mağfiretten mahrum edilişleri şundandır. Çünkü onlar Allah'ı ve Resulünü tanımadılar. İnkâr ettiler. Allah ise öyle fâsıklar topluluğuna hidayet etmez."(285) İfk hadisesiyle ilgili olarak şu hususu da belirtelim. Ebu Bekir (r.a.) bir akrabası ondan yardım aldığı halde kızına iftira atmaktan geri kalmamıştı. O, bu iftira ile hem İslam, hem akrabalık, hem de iyilikleri unutmuş oluyordu. Ebu Bekir (r.a.)'i onun yardımından alan ve sıla-ı rahm etmemeye yemin ettiren husus ta buydu: "Bir de içinizde fazilet ve servet sahibi olanlar akrabalara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermemek üzere yemin etmesinler. Kusurlarını bağışlasınlar. Aldırmasınlar, Allah'ın sizi bağışlamasını      sevmez misiniz? Allah gafurdur, rahimdir (286)
    Ebu Bekir (r.a.) önce yapmakta olduğu iyilikleri tekrar yaparak "Ben Allah'ın beni affetmesini istiyorum" dedi.

_________________
(268) Ahmed b. Hanbel
(269) Ahmed b. Hanbe]
(270) Tirmizi
(271) Tirmizi
(272) Tirmizi
(273) Müslim
(274) Buhari
(275) Beyhaki
(276) Ebû Davud
(277) Tirmizi
(278) Müslim
(279) Hâkim
(280) Ebû Davud
(281) A'raf, 199
(282) Tebarâni
(283) Al-i İmran, 133-134
(284) Nûr, 11
(285) Tevbe, 80
(286) Nur, 22

Prof. Muhammed Gazali