Temizlik, Güzellik VE SIHHAT
Müslümanın ömrünün tamamında yüceliğe doğru gidip maddî ve manevî alanda
ilerlemesi gerek Allah'ın (c.c.) indinde sahip olacağı makam, kat edeceği
merhalelerle orantılıdır. Tam zirvede iken vefat ederse firdevs cennetine girer,
böyle bir azmin sahibi iken de vefat ederse yine kurtulması mümkündür. Fakat
geriye doğru gider, hedefinden saparsa cehenneme atılır. Kimi bu dünyada kalbden
kör ise ahirette de kör olarak haşrolacaktır. Kimi de bu dünyada murdar ise
ahirette de murdar olarak haşrolacaktır. Resulullah (s.a.v.) beden, yüz ve organ
temizliğine dikkat edeceklerin parlak yüz, beyaz alın, temiz beden ve azalarla
haşrolacakarını beyan etmiştir. Ebu Hureyre (r.a.) Resulullah'ın (s.a.v.)
mezarlığı ziyaret edip şöyle dediğini rivayet eder:
"Ey Müminler topluluğu! Selam size. Allah (c.c.) dilerse
yakında biz de sizlere kavuşuruz. Bizden sonra gelecek olan kardeşleri görmek
içime doğdu. Ashab: Bizler sana kardeşler değil miyiz? dedi. Sizler bana
kardeşler olmaktan ziyade ashabımsınız. Kardeşlerimizden maksadım, bu ana kadar
henüz göremediğimiz müminlerdir. Ey Allah'ın Resulü! Böyle olanları nasıl
tanıyabilirsiniz? Birinin siyah atlar arasında, alnında ve ayaklarında beyazlık
bulunan atı varsa onu bilmez mi? Evet bilir ey Allah'ın Resulü!., İşte ümmetimin
durumu da böyledir. Kıyamet gününde alın ve ayaklarında abdestten dolayı
beyazlık bulunduğu bir halde haşrolacaklardır"(381)
Beden sıhhati, temizliği, güzelliği ve parlaklığı İslam'ın
büyük ölçüde önem verdiği ve büyük bir mesele olarak kabul ettiği hususlardır.
Bir insan beden temizliği ve terbiyesine önem verip, yaşayış
yemek ve içmesinde kötü ve murdar durumlardan uzak durmazsa islam nazarında bir
değere haiz olmaz.
Beden sıhhat ve temizliği, sadece maddi bir fayda değildir.
Bilakis ruhu tezkiye için büyük te'siri olan ve hayatın ağır yükünü kaldırmada
fazla yardımı olan bir husustur. Hayatın ağır yükünü kaldırmak için insan ne
kadar da sağlam vücut ve güçlü, sabırlı bir bedene muhtaçtır...
İslam bedene kıymet verip mükemmel temizliğini her namaz için
bir şart kılmış ve bu namazı günde beş defa farz kılmıştır. Bunun yanında
Müslüman, çeşitli vesilelerle bulunduğu zaman da çok kere tüm bedenini de
yıkamakla mükellef kılınmıştır, İşte bunlar tam temizliği meydana getirir.
Normal zamanlarda ise çalışma ve yorulma ile hasıl olacak ter ve tozların
bulaştığı veya akıntılar dolayısıyla ıslanan yerlerin yıkanmasıyla iktifa
edilmiştir.
"Ey mü'minler! Namaza kalktığınız zaman yüzünüzü ve
ellerinizi dirseklerle beraber yıkayınız. Başınızı meshedin ve ayaklarınızı da
topuklarınızla beraber yıkayınız. Eğer cünüpseniz, boy abdesti alın."(382)
islam'ın bedenin her an temiz kalmasını emretmesi, bedenin
maddî yaratılışıyla alakalıdır. Şayet insan ruhtan ibaret olsaydı, yıkanma ve
temizliğe muhtaç olmazdı. Fakat insan üzerinde yaşadığı, hayvan ve bitkisinden
gıdalandığı artığını içine attığı en sonunda da ona varacağı topraktan
yaratılmış ve onun kılıfında da istikrar ediyor... İşte bütün bunlar ve maddi
unsurun yaratılışına uygun olarak vücutta meydana gelecek alış-verişe binaen,
İslam farz olan abdesti uygun görmüştür. İslam'ın beden temizliği için uygun
gördüğü bu yoldan daha sağlam bir metod düşünülemez. Çünkü islam'ın bu
tatbikatı, kişiyi temiz olsa dahi yıkanma ve abdest almaya alıştırır. Ümmeti
İslam'ı her türlü pislik ve murdarlıktan temizler.
Öte yandan İslam, insanın yıkanmasını sadece yıkanmayı
gerektiren hallere has kılmamıştır. Çünkü insanlar tembellikler neticesinde bu
haller dışında yıkanmayı ihmal edebiliyorlar.
Onun için İslâm yıkanma için haftada bir günü tayin etmistir.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Baliğ olana her cuma günü yıkanmak, misvak kullanmak ve
güzel koku sürmek dini bir vazifedir."(383)
Başka bir hadis te şöyledir:
"Bu cumalar müminler için bayram mesabesindedirler.
Binaenaleyh herkes cuma günü yıkansın. "(384)
İslam, yemekten sonra el yıkamayı emretmekle kalmamış bilakis
yemek artıkları, koku ve te'sirinden de temizlenmeyi emretmiştir... Çünkü bu
insan için daha hoş ve daha güzeldir.
Resulullah (s.a.v.)'den şu hadis rivayet edilmiştir:
"Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak yemeğin
bereketindendir."(385)
Matlub olan, bu temizliğin ehemmiyeti bedende kalan kalıntı
oranına göre değişebilir. Bu kalıntılar mahfuz olan yerlerde birikseler,
Müslüman'ın bunlardan temizlenmesi gerekli bir hak olur.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"(Gereken yerleri) ovalayınız. Bu , bir nevi temizliktir.
Temizlik imana çağırır, İman ise sahibiyle cennettedir. "(386)
Resulullah'ın (s.a.v.) sünnetinde, yemekten dolayı
temizlenmek ile abdest temizliği bir arada yer alır. Ebu Eyyüb (r.a.) şunu
rivayet eder: "Resulullah (s.a.v.) yanımıza gelerek şöyle dedi:
"Ümmetin içinde ovalanmayı yapanların durumu ne güzel". (Biri
hangi husustaki ovalanma?) dedi. "Abdest ve yemekten dolayı yapılan ovalamadır.
Abdest ovalaması ağza ve burna su alıp vermek bir de parmakların arasına su
vermekten ibarettir. Artık yemekten dolayı olan dişler arasını temizlemeye
gelince, iki melek için insanın dişleri arasında kalıntı olduğu halde namaza
kalkmasından daha ağır bir şey yoktur. "(387)
İslam dininin ağız temizliği, diş cilalaması ve aralarındaki
kalıntıları kaldırmada gösterdiği titizlik kadar yeni ve eski hiçbir tıbbî
titizliğe rastlamak mümkün değildir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Misvak kullanınız. Misvak ağız için temizlik, Allah (c.c.) için hoşnutluktur.
Cebrail her geldiğinde bana öyle misvak kullanmayı emretti ki ümmetime farz
kılınacağından endişe ettim. "(388)
Bir başka rivayet de şöyledir:
"Hakkımda Kur'an veya vahy nazil olur diye zann edinceye
kadar misvak kullanmakla emrolundum".
Temizlik ihmalinden dolayı ağız ve diş etinde meydana gelen
hastalıkları bilen biri, İslam'ın ağız ve diş tazeliğini muhafaza eden
maddelerle temizliğe verdiği önemin sırrını çözebilir. Resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurur:
"Misvaklamadan dolayı dişlerim dökülür" korkusuna kapılıncaya
kadar misvak kullanmakla emrolundum".
Balık, et vb. kokulu ve diş aralannda kalıcı tipte olan yiyecekler hususundaki
temizlik için ihmalkâr davranmamak gerek, sıhhatin bekası, insanın şahsiyetin ve
umûmî (sıhhi) kaideler için bu gibi şeylerden temizlenmek zarurîdir. Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurur:
"Kim elinde etin vs. kokusu olduğu halde uyursa ve bu
vasıtayla kendine bir hastalık isabet ederse kendinden başkasını
suçlamasın."(390)
Kirli ağız ve ellerde mikropların türediği ve bunlardan
korunmanın gerekliliği hakkında bazı rivayetler mevcuttur. İslam'ın cemiyet ve
fertlere verdiği değerden biri de soğan, pırasa ve sarımsak yiyenlerin
cemaatlara katılmalarını haram kılmasıdır. Çünkü bunların kokusunu yayan
ağızlar, karşılarmdakileri rahatsız eder.
İslam, cemaatla namaz kılmak için camiye gelme sünnetini, adı
geçen (soğan, pırasa, sarımsak gibi) maddeleri yiyen bir de vücutlarında
kokusuyla rahatsız edici bir hastalığa yakalananlardan kaldırmıştır. Bu güzel
tedbir, hem hasta hem de sağlam olanlar için koruyucu bir harekettir. İslam
kişinin düzgün kıyafette ve güzel manzaralı olmasını emretmiştir. Ve aynı zaman
da bunu namazın adabından saymıştır.
"Ey Ademoğlulları! Her namazınızda süslü elbiselerinizi
giyin."(391)
Resulullah (s.a.v.) müslümanlara bu meselelere dikkatli olmalarını tavsiye edip,
giyecek, kılık ve bakıldığında tertemiz bir manzara arzedinceye kadar hususi
yaşayışlarında bunlara sarılmalarını emrederdi. Resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurur
"Kimin saçı varsa ona kıymet versin (bakımını yapsın)" (392).
Ebu Katâde anlatıyor: "Resuli Ekrem'e: Benim bir örgüm
var, onu tarayayım mı?" dedim. "Evet hem de ona kıymet ver" dedi. Ebu Katâde
Resulullah'ın (s.a.v.) bu emirlerine binaen bazen günde iki defa saçını
yağlardı."(393) Saçları tarayıp hoş koku sürmek güzel ve sünnettir.
Ata bin Yesar anlatıyor: "Resulullah'm huzuruna saçı
sakalı birbirine karışmış vaziyette bir adam geldi. Resulullah ona üstünü,
başını düzelt dercesine işeret etti. Adam üstünü düzeltip tekrar huzuru
saadetlerine gelince Resulullah (s.a.v.): "Böyle yapmanız şeytan biçimi olan
dağınık saçlı gelmenizden daha hayırlı değil midir?" Câbir bin Abdullah (r.a.)
anlatıyor: "Resulullah (s.a.v.) dağınık saçlı birini gördü ve :"Bunun saçını
düzeltecek şeyi yok mudur" dedi.(394) Bir başkasını da kirli elbiseyle
görünce ona: "Bu elbisesini yıkayacak bir şey bulamadınızmı?"dedi.(395)
İsrafsız temizlik, yapmacık olmayan iç ve dış güzelliği, yüce
makam ve güzel kıyafet için islam'ın mensuplarına emrettiği talimattandır.
Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kalbinde zerre ağırlığı kadar kibir olan
kişi cennet'e giremez dedi. Bir adam: insan elbise ve ayakkabısının güzel
olmasını ister. (Bu da kibir sayılır mı?) dedi. Resulullah (s.a.v.): "Allah
(c.c.) güzeldir, güzelliği sever" buyurdu. (396) Başka bir rivayet de
şöyledir: Güzel kıyafetli bir adam Resulullah'a (s.a.v.) gelerek: -Ben güzelliği
severim. Gördüğünüz gibi bir çok imkana da sahibim. Hatta ayakkabı tasmasında
bile hiç kimsenin beni geçmesini istemem. Bu durum kibir sayılır mı? dedi.
Resululah (s.a.v.) "Hayır bunlar kibir değildir. Fakat kibir, Hakkı inkar edip
insanları küçük görmektir, dedi. Resusullah bu hususta çok hassas idi. Şahsî
temizliği veya kıyafet tertibini ihmal eden birini görseydi, hemen onu bu
hususun devam etmemesi için uyarır ve daha güzel elbiseler giymesini emrederdi.
Câbir bin Abdullah anlatıyor: "Resulullah (s.a.v.)
üstündeki iki elbiseyle develerimizi güden birini gördü ve: "Bunun bu ikisinden
başka elbisesi yok mu? buyurdu. Evet, yepyeni elimle ona giydirdiğim iki
elbisesi var, dedim. "Onu çağır da onları giysin" buyurdu. Adam onları giyip
ayrılınca Resulullah: "Allah (c.c.) boynunu vursun, be hey adam. Bu hal daha iyi
değil midir" dedi. Adam sesini duyunca: "Allah (c.c.) kendi yolunda mı boynumu
vursun ey Allah'ın Resulü?: "Evet, kendi yolunda seni şehid etsin" buyurdu. Adam
gerçekten de Allah (c.c.) yolunda şehid oldu."(397) Bu sahâbî Resulullah'ın
kendisine karşı yapmış olduğu gerçek latifenin mahiyetini anlayıp ondan istifade
etmiştir. Bu durumdan anlaşıldığına göre bu adam dünya meşgalelerinden dolayı
şahsî mes'elelerini unutmuştu. Fakat bir insanın ne kadar işi çok olursa alsun
şahsî temizliği ve kılık- kıyafeti düzeltmesini de unutmamalıdır.
Mütedeyyin geçinenlerin bazıları kötü ve kirli elbiseleri
ibadet zannedip zühd tasarlamak gayesiyle eski ve yamalı elbiseleri giyerler.
Bu, din konusunda yersiz bir cehalet, ve ta'limatı hakkında açık bir iftiradır.
İbni Abbas (r.a) anlatıyor: "Harure'ye vardığımda Ali'ye
(r.a) gittim. Bana şunları söyledi: "Buradaki insanlara git." dedi. Ben de en
güzel yemen modeli elbisemi giydim.
Halkla karşılaşınca: "Merhaba ey İbni Abbas!.. Bu giydiğin
ziynetler nedir?" dediler. Ben de : " Neden beni ayıplıyorsunuz? Halbuki ben
Rasulullah'ı (s.a.v) en güzel ziynet ve elbiseler içinde gördüm" dedim. (398)
Berra'dan rivayet edildi: "Resulullah (s.a.v), orta boyluydu. Onu kırmızı
elbise içinde gördüm. Ondan daha güzel hiç bir şey görmedim."(399) Bu
güzellik ve temizlik, müslümanların bedenlerinden evlerine ve gidip geldikleri
yollara dahî sirayet etmişti. İslâm, evlerin çöplük ve öteberi gibi şeylerden
arındırılmasını tenbih etmiş tâki haşarat ve hastalıklara merkez olmasın.
Yahudiler bu hususu çok ihmal ederlerdi. Müslümanların onlara benzememesi
emredilmiştir. Rasulullah'dan (s.a.v) şu hadis rivayet edilir:
"Allah (c.c) hoştur. (Tayyipdir) Hoş olan şeyleri sever.
Temizdir, temiz olan şeyleri sever. Kerîm'dir, faziletli hususları sever.
Avlularınızı temiz tutun, ve Yahudilere benzemeyin." (400)
Yollardan eziyet veren şeyleri kaldırmak imanın şubelerindendir. Bu kolay iş,
hadislerde bazen namaz, bazen de sadaka olarak geçer. Bir hadis'te:
"Güçsüzün eşyasını taşıman namazdır. Eziyet verici şeyleri
yerden kaldırman namazdır. (Namaz gibi ibadettir)." (401) denilmiştir. Diğer
bir hadiste ise:
"Namaza gitmek için atılan her adım mümin için sadakadır.
Yoldan eziyet verici şeyleri kaldırmak sadakadır." (402) Yolda eziyet veren
taş, diken, pislik v.s. şeyler kastediliyor.
İslam'ın temizlik ve sıhhat'a önem vermesi müslümanların
maddi ve manevi temizliklerine verdiği önemden bir cüz sayılır, islam, kanın
rahatlıkla dolaşabildiği güçlü ve dinç bir vücut ister. Cılız vücutlar hiç bir
şeye yaramadığı gibi titreyen ellerden de bir hayır gelmez. Sağlam bedenin
te'siri sadece düşünce üzerinde görülmez. Bilakis onun te'siri hayatın bütün
alanlarında ve tüm insanlarla olan ilişkilerde görülür, islam davası aciz,
cılız, hastalıktan bitkin kişilerin omuzlarında hedefine ulaşıp yaşayamaz. Bunun
içindir ki islam, hastalıkla savaşıp, mikropların etrefa yayılmaması için
tedbirler almıştır. Çünkü, mikroplarla beraber, zayıflık, uğursuzluk ve
tembellik yayılıp memleket ve ulusların kuvvetini giderir.
İslam, -gördüğün gibi- koyduğu temizlik kaideleriyle
müslümanın takib etmesi gereken metodlarla koruma sebeplerini çoğaltmıştır.
Müslüman, şafakla beraber kalkar. Uykudan uzaklaşır. Şehvani tuzaklardan uzak
durur. Yemeğinde mu'tedil davranır. Gidişat ve maişetinde iffetini muhafaza
eder. Dinçliğini günlük kılınan namaz ve yıllık tutulan oruçla muhafaza eder.
Günahlardan uzak durmanın, hastalıklardan korunmak için büyük
bir kalkan olduğunu unutma, insan hastalığın pençesine yakalandığında
kurtuluncaya kadar ilaç kullanması vaciptir.
İslâm, şifa verici ilaçlan kullanmak için insanları irşad
eder.
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurur:
" Allah (c.c) hem dert hem de derman yaratmıştır. Her dert
için derman vardır. Öyle ise tedavi olun. Fakat haramlarla tedavi olmayın."
(403)
"Her derdin dermanı vardır. Hastalığın ilacı bulunursa
Allah'ın (c.c) izniyle hastalık gider." (404)
İslam, hurafelere sarılmak suretiyle şifa bulmaya çalışmayı
haram kılmıştır. Her ilmin erbabı olduğu için onları dinlemek icab eder. Kendi
branşları olmayan işlere burunlarını sokan deccallara kulak asmamak lazım. Böyle
kişilere bir müslümanın kulak asması veya iddialarını kabul etmesi doğru
değildir. Ukbe b. Amirden rivayet edilir."Ben Resulullahın şöyle dediğini
işittim:
"Kim bir muska takarsa Allah (c.c) işini tamamlamasın, kim de
nazar boncuğu takarsa Allah (c.c) onu korumasın". (405)
Muska, boncuk, yazılı tılsımlar ve sihirli sığınma usulleri
halk arasında revaç bulduğu halde islam bunlan nevi şirk'ten kabul eder. Çünkü
bunlar, akıl almaz hurafe ve cahiliyet kalıntılarındandır. Yine Ukbe rivayet
ediyor.
"On kişilik bir gurup Resulullah'a (s.a.v.) biat için geldi.
Resullullah biri dışında hepsiyle biat etti. Ashab: "Bu kalanla neden biat
etmediniz?" dedi . "Onun kolunda bir nazarlık vardı da onun için. Adam boncuğunu
kırıp atınca Resulullah (s.a.v.) onunla biat edip: "Kim böyle bir şeyi takarsa
şirk yapmış olur." dedi. (406)
İslam'ın sağlık için aldığı tedbirlerden birisi de defi
hacetin içindeki yabancı maddelerle su yolu ve oturma yerlerinin kirlenmemesi
için tenha yerlerde yapılmasını emretmesidir. Müslümünlar bu yüce prensiplerini
takip etselerdi, güçlerini yitiren,beldelerini perişan eden başlanna zor işler
getiren hastalıklar belasından kurtulurlardı.
Cabir'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Resulullah
(s.a.v.): "Durgun suya bevletmeyi nehyetmiştir." (407) Yine ondan rivayet
edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) "Akan suya da bevledilmesini (küçük abdest
bozulmasını) nehy etmiştir." (408)
Muaz (r.a.) Resullullah'dan şunu nakleder:
"Laneti celbeden üç yerde abdest almaktan sakınınız:
Yollarda, gelip gitme yerlerinde ve gölgelerde." (409)
Yani bu şeyler sahibinin lanetlenmesini gerektirir. Umuma ait
yollarda abdest bozanın mürüvveti gider. Böyle yapan biri tiksindirici bir iş ve
hoşnutsuzluk uyandıran bir haretek yapmış sayılır. Resulullah (s.a.v.):
" Kim müslümanların yollarında eziyet verici hareketlere
sebep olursa onların lanetine müstehak olur." (410) Diğer bir rivayet de
şöyledir:
"Kim müslümanlara ait bir yolda büyük abdest bozarsa
Allah,melekler ve tüm insanların laneti onun üzerine olsun." (411)
Nehyedilen bütün bu hususlar biz müslümanların arasında görülen hastalıkların
yayılma sebepleridir.Çünkü halk bütün bu nehiyleri ihmal etmiş ve vebal altına
girmiştir.
islam, sağlık için sağlam temellere dayalı kaleler kurmuştur. Mesela bir yerde
bulaşıcı bir hastalık görürse orayı, giriş ve çıkışların önlenmesi ve hastalığın
en dar alana alınması için çok sağlam bir şekilde çember atına alır. Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurur.
"Bir yerde veba hastalığının bulunduğunu duyarsanız oraya
girmeyin. Sizler bir yerde iken oraya veba girerse oradan çıkmayın." (412)
-Karantinaya örnek Müt.-
İslam, vebalı yerin halkını okşamış ve onların orada
kalmalarını teşvik etmiştir. Çünkü kurtuluşu ummak çok kişinin habersiz olarak
kaçmalarına sebebiyet verebilir... Böyle şahsi kurtulma teşebbüsleri bir
memleketi top yekûn büyük bir tehlikeye maruz bırakabilir. Bunun için Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurur:" Kim vebanın bulunduğu bir yerde sabır gösterir,
ecrini umar, Allah'ın yazdığının dışında kendisine bir şeyin isabet etmiyeceğini
bilirse bir şehid ecrini alır." (413)
Bazı anlayışsız insanlar bulaşıcı hastalıktan korunmanın
kaderden kaçış ve iman za'fina delil olduğunu öne sürerek vebalı yerlere gitmeye
kalkışırlar. Bu (açık) bir hatadır. Ömer (r.a) Şam'da veba görülünce oraya,
sefer düzenlnemesini yasaklamıştı. O'na.... Sen Allah'ın kaderinden mi
kaçıyorsun? denildiği zaman: Biz Allah'ın diğer bir kaderine kaçıyoruz, demişti.
Esbaba tevessül hakdır... HzÖmer'in (r.a) de dediği gibi, O da Allah'ın takdiri
içine girer. İslam, bulaşıcı hastalıklardan korunmayı meşru kılmıştır.
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Hasta olan, sağlam olanın yanına girmesin." (414) "Arslandan
kaçtığın gibi cüzzamlı hastadan kaç." (415) Sirayetin gerçek olduğunu
bilmemiz gerek. Fakat mutlaka her hastalığın isabet edeceği diye bir kaide
yoktur. İnsan, bazen hastalık mikrobunu taşıdığı halde başkasına hiç sirayet
etmez. Çünkü,onda özel olarak koruyucu özellik vardır. Bazen de mikrobu taşıyan
kurtulduğu halde başkasına bulaştırır. Şayet her hastalık başkasına sirayet
etseydi bir günde tüm insanlar helak olurdu. Hekimlerin de söylediği gibi,
sirayeti engelleyen bazı durumlar vardır ki bu da,"Sirayet yoktur" hadisinin
manasıdır. Bu hadis tüm hastalıklardan sirayet özelliğini nefy etmemektedir.
Çünkü bizzat yukarıdaki hadisin son bölümü tüm hastalıklarda sirayetin
olmadığını men etmektedir. Bu da Rasullulah'ın (s.a.v) şu sözlerinin manasıdır:
"Ve arslandan kaçtğın gibi cüzzamlı hastadan kaç."
_______________
(381) Müslim
(382) Maide, 6
(383) Müslim
(384) I. Mace
(385) Ebû Davud
(386) Tebarhani
(387) Ahmed b. Hanbel
(388) I. Mace
(389) Bezzâr
(390) Bezzâr
(391) Araf, 31
(392) Ebu Davud
(393) Neshai
(394) Mâlik
(395) Ebu Davud
(396) Müslim
(397) Mâlik
(398) Ebu Davud
(399) Müslim
(400) Tirmizi
(401) I. Kuzeyine
(402) Buhâri
(403) Ebu Davud
(404) Müslim
(405) Hâkim
(406)Ahmedb.Hanbel
(407) Müslim
(408) Tebarâni
(409) Ebu Davud
(410) Tebarâni
(411) Beyhâki
(412) Buhâri
(413) Buhâri
(414) Buhâri
(415) Buhâri
Prof. Muhammed Gazali